18 Mayıs 2020 Pazartesi

Dünya'nın Yaratılışıyla İlgili Hikayeler

Giriş
Tarih sisli bir sabahın içinde yürür gibi adım adım açılır gözümüzde. Ve belki de gördüğümüzün yarısı gerçek yarısı rüya. Yarısı gerçekten olanlar, yarısı da olmayı beklediklerimiz. Sadece bir kayaya çarparsak onun gerçekliğine inanıyoruz.
Burada amacım her olayı birer birer detaylı olarak açıklamak değil de çarpıcı gerçekleri, ortak noktaları, kolektif bilincin ortaya çıkardığı ortak hikayeleri yakalamak.
Dünya’nın ve Evren’in oluşumuyla ilgili gidebildiğimiz kadar geriye giderek, bakış açılarını inceleyeğiz. Çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerin bu anlamda yaratılışı nasıl gördüklerine ayna tutacağız.

SÜMERLER
Teker teker önemli medeniyetlerin inançlarını ele alacağız. Sümerlerle başlayalım.
Mezopotamya’nın en eski medeniyeti olarak kabul edilen Sümerler MÖ 4500-1900 yılları arasında var olmuştur. Zengin su kaynakları arasında, verimli topraklarda zengin bir kültür ve medeniyet gelişmiştir.

Sümer dininde öldükten sonra ölüler diyarına gidilir. Burada kişi bir hayalet ya da gölge gibi yaşamaya devam eder. Bu yüzden mezarlardan kişilere su ve yemek verilmeye devam edilmektedir. Bu inançlar günümüzde de devam etmektedir.
-Sümer Coğrafyası-

Sümerlerin ilk alfabeyi buldukları söylenmektedir. Bölge çok verimliydi ve üretilen tüm ürün tüketilmiyordu. Bu yüzden buğday stokunun kaydının tutulması için alfabe geliştirilmiştir.

MÖ 1800 yılında Babilliler tarafından yazılan Gılgamış Destanı’nda Uruk Kralı Gılgamış’ın başından geçenler anlatılmaktadır. İncil ve Kuran’da geçen Nuh Tufanı’na çok benzer bir tufan hikayesi de yer almaktadır. Gılgamış ve Ölüler Diyarı yazısının açılışında, Tanrıların Dünya ve Gök ayrılmadan önce var oldukları söylenmektedir. İnsanoğlu var olmadan önce yer ve gök birleşiktir. Tanrılar yer, gök ve ölüler diyarını bölüşür ve bu dünyaları ayırırlar.
Hoe’nin şarkısı adındaki Sümer şiirinde tanrı Enlil, gökleri ve yeri ayıran ve insanoğlunu yaratan Tanrıça olarak belirtilmiştir. İnsanoğlunun Tanrılara hizmet etmek için yaratıldığı olgusu Mezopotamya’da hakimdir. Aynı olguya İslam dininde de rastlanmaktadır.
Sümerlilere göre önce deniz vardı. Önce deniz tanrısı Nammu (deniz), gökyüzü (An) ve yeryüzü (Ki) nü doğurdu. Sonra yeryüzü ve gökyüzü birbiriyle çiftleştiler ve Enlil’i, rüzgar, yağmur ve fırtına tanrısını doğurdular. Enlil yeryüzüyle gökyüzünü birbirinden ayırdı ve kendisi yeryüzü tanrısı oldu. Sümerliler gökyüzünü birçok kubbelerden oluşan, dümdüz olan dünyayı saran, yıldızlara ev sahipliği yapan yapılar olarak görüyorlardı.

Yahudilerin atalarıyla Sümerlerin bağlantılı oldukları düşünülüyor. Bu yüzden buradan Yahudi inancında yaratılışa geçelim. Bu ikisi arasındaki bağlantının kaynağına inmemiz önemli çünkü buradaki bağlantılar Hristiyanlık ve İslam'a da temel oluşturuyor. 
Yahudiler’in Exodus (kutsal kitap) esin kaynağının Sümerlerin devamında gelen Babil Kralı tarafından yazılan Hammurabi Kanunları olduğu düşünülmektedir.

Hammurabi Kanunları MÖ 1754 yılı civarında yazılmış eşsiz bir eserdir. Miras, boşanma, sözleşme, maaş ve diğer birçok konuyla ilgili hükümler içermektedir. Kanunların günümüz kanunlarına göre sertliği dikkat çekmektedir. “Göze göz, dişe diş” prensibi hakimdir. Cezalar ağır ve acımasızdır. Modern hukuk’un vazgeçilmezi olan “suçlu, suçu ispat edilene kadar masumdur” prensibinin kökeni bu kanunlardır. Hammurabi bu kanunları güneş tanrısı “Shamash” dan aldığını söylemiştir. Mesela bu kanunlara göre hırsızlık yapanın cezası ölümdür.

Diğer yandan Yahudilerin tarihine de hızlıca bir göz atalım. Yahudilerin Mısır’dan sürülmesini anlatan Exodus kitabının MÖ 900-750 yıllarında yazıldığı düşünülmektedir.
Yaratılış Kitabı’na göre İsrail halkı Mısır’a, firavunun yanında yüksek rütbeli bir memur olarak çalışan Yusuf’un yanına gelmiştir. Yusuf ölür ve İsrail Halkı’nın gücünden ve örgütlenmesinden korkan yeni firavun onları köleleştirir. Firavun yeni doğan ve İsrail halkından olan tüm erkek çocuklarının öldürülmesi emrini verir. Ancak kaderin cilvesi, bir tane erkek çocuğu Nil Nehri’nde sepet içinde Firavun’un kız kardeşi tarafından bulunur. Adı Musa konulur. Musa Horeb dağına gider ve Tanrı Yahweh’le konuşur. Tanrı ona köleleri alıp vaat edilen topraklara götürmesini söyler. Daha sonra mucizeler gerçekleşir ve Mısır’ı terk ederler. Musa’ya Sina Dağı’nda On Emir Tanrı Yahweh tarafından verilir. Bu olayların MÖ 1200’lü yıllarda olduğu düşünülmektedir.

 Yahudilerin atası olarak bilinen İbrahim Peygamberin, zamanında bir Sümer kenti olan Ur’da yaşadığı tahmin edilmektedir. Eski Ahit’ göre Nuh Tufanıyla bilinen Nuh Peygamber’in soyundan gelen Terah, İbrahim’in babasıdır. Terah bir koyun çobanıdır ve aile göçebedir. İbrahim Sümer topraklarını terk ettikten sonra Türkiye’deki Harran’da bir süre yaşar. 75 yaşına geldiğinde Tanrı ona Kenan Ülkesi’ne gitmesini söyler ve o da karısı ve yeğeni Lot’la oraya giderler. Yaratılış Kitabı’na göre İbrahim, Tanrı ona söylediği için Sümer topraklarını terk edip Kenan Ülkesi’ne doğru yola çıkmıştır. Bazı iddialar İncil’de geçen Ur Şehrinin Sümer topraklarında olmadığını, göçebe çobanların bu kadar uzağa gidemeyeceğini, bu yüzden de Harran Şehrine yakın bir yerde olduğunu iddia etmektedirler. İbrahim’in MÖ 2000 yıllarında yaşadığı tahmin edilse de bu bilgiler kesin değildir, çünkü hikayeye ait kayıtlar MÖ 500 lerde tutulmuştur. İbrahim, tek tanrılı dinlerin temellerini atmıştır. 

                                                        -Hz. İbrahim'in yolculuğu-

Şimdi asıl konuya gelelim. Yahudiler Dünya’nın yaratılışını nasıl açıklamışlardır.
Yaratılış Kitabı’nda iki tane hikaye bulunur. İlk hikayede Tanrı Elohim, Dünya ve Gökyüzünü altı günde yaratır ve sonra dinlenmeye çekilir.
-          Tanrı ışığı yaratır (zaman olarak da düşünülüyor)
-          Gök kubbe, yıldızlar gök kubbeye yerleştirilir
-          Yuvarlak bir kıtanın etrafına bir okyanus halkası konulur. Tanrı ağaç ya da bitki yaratmaz, dünyaya onları yapması için emir verir.
-          Tanrı gök kubbeye gündüz ve gece olması için ışıklar koyar, bunlar güneş ve aydır.
-          Canlıları yaratır.
-          İlk kadın ve erkeği yaratır.
-          Sonra dinlenmeye geçer.

Görüldüğü üzere Sümerlerin inancına benzer bir inanca sahiptiler. Sümerlerden farklı olarak Yahudiler tek bir gök kubbe olduğuna inanmışlardır.

Eski Ahit Yaratılış Kitabı’na göre başlangıçta Tanrı gökleri ve yerleri yaratmıştır. O zaman dünya şekilsiz ve boştu, “abyss” ya da derinliğin yüzeyinin üzerinde karanlık hakimde ve Tanrı’nın ruhu suların üzerinde geziniyordu. Sonra Tanrı, “ışık olsun” dedi ve ışığı karanlıktan ayırdı. Gece ve gündüz oluştu ve Dünyanın ilk günü. İncil’e göre:
Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.


Yaratılış Kitabında dikkat çekici durum şudur. Tanrı gökleri ve yerleri yarattı ancak şekilsiz ve boş olan nedense Dünya olarak verilmiştir. Yani bu boşluk ve yokluk durumu sanki Uzay için geçerli değil.

                                                -Yahudilere göre Dünya ve Gökkubbe-

MISIR
Antik Mısır Medeniyeti’nin ilk firavunla MÖ 3100 yıllarında başladığı düşünülmektedir. MÖ 2780-2250 yıllarındaki Piramit yazıtları, duvar yazıları ve figürler bize Antik Mısırlıların Dünya’nın yaratılışıyla ilgili düşüncelerini vermektedir. Bilindiği üzere Mısırlılar birçok tanrıya tapmışlardır. Matematik ve Geometri alanlarında çok ilerledikleri kesindir. Yaptıkları heykeller ve yapılarda mükemmel bir geometrik uyum aramışlar ve meydana getirmişlerdir.

Mısırlılara göre insandan önce hayatın kaynağı okyanusu kucaklayan bir karanlık hakimdi. Bu sonsuz ve yönsüz sulara “Nun” deniliyordu. Sekiz tanrı bu okyanusu simgeliyordu. Dört erkek, dört dişi tanrının her çifti, gizlilik ve görünürlük, sonsuz su, başıboşluk ve yönsüzlük ve karanlık ve ışıksızlık imgelerinden birini simgeliyorlardı. Bu versiyonda bu tanrıların her biri yaratıcı Tanrılar olarak düşünülebilir. “Nun” ayrıca kaotik bir karanlık olarak da tarif ediliyordu.
                                                                         -Nun- 

HİNDUİZM
Şimdi kendimiz bir başka coğrafyaya atarak yolculuğumuza devam edelim.
Hinduizm’in en eski kitabı olan Rig Veda’nın MÖ 1700-1100 yıllarında yazıldığı düşünülmektedir.
Rig Veda’da şöyle denir: “her şeyin en başında, ne olmak ne de olmamak vardı, ne hava ne gökyüzü, orada ne vardı? Kim ya da ne izledi? Orada karanlık, ışık, hayat ve ölüm yokken ne vardı? Sadece diyebiliriz ki O vardı, ısısını üfledi ve Arzu, Şehvet ve Ruhun özü oldu”
Hinduizm’in bakış açısı semavi dinlerinkinden farklıdır. Tek bir başlangıç, kesin bir son düşünülemez. Dünya sürekli yaratılış ve yok ediliş döngülerinden oluşmaktadır. Bu yüzden Hinduizm’e göre başlangıç bu döngüdeki bir aşamanın adı olabilir.
Tantras’a göre önce madde, Tanrıça formunda geldi. Sonra akıl, üç erkek formu (Brahma, Vishnu, Shiva) alarak geldi.
Nasadiya Sukta der ki “Tanrılar bile yaratılış gününden sonra geldi. O yüzden kim bilebilir? Belki o yukarıdaki bilir, ya da O bile bilmez”
Birçok Hint kökenli inançta olduğu gibi Dünya’nın bir yumurtadan geldiğine inanılmaktadır. Hiranyagarbha adlı bu yumurta, Bhagavata Purana’ya göre tanrıça Vishnu’nun avatarıdır. Matsya Purana’ya göre başlangıçta hiçbir şey yoktu ve sadece karanlık vardı. Her şey uyku halindeydi. Hiçbir şey yoktu, ne hareket eden ne duran. Sonra Svayambhu ilk suları yarattı ve içine yaratılış tohumunu koydu. O tohum altın embriyo/dölyatağı/yumurta dönüştü ve Svayambhu onun içine girdi. Buna benzer birçok farklı versiyon var ve kafa karıştırıcı ama önemli olan kısımlara odaklanalım.
Birçok Hint hikayesinde, Tanrı’dan haber alarak büyük bir selden kurtulan Manu’dan bahsedilmekte insanlığın bu selden kurtulan Manu’dan gelmekte olduğu düşünülmektedir. Bu hikaye İncil ve Kuran’daki Nuh Tufanı hikayesine benzerdir.



                                                                 -Hiranyagarbha 

Sonra insanların ve tanrıların yaratıcısı Atum, yaşamın nefesi hazır olduğunda yaratılışı başlatır. Bu kaostan çıkan Atum ilkel bir tepede (ben-ben) çocukları olan iki tanrıya hayat verir. Bunlar Shu (kuruluk ve hava tanrısı) ve Tefnut (rutubet tanrısı) dır. Bundan sonra düzen gelir ve Dünya’nın inşasına başlarlar. Babaları Ra’yı bu tepede bırakırlar. Ancak babaları onları özler ve gözyaşlarını akıtır. Bu gözyaşlarından insan meydana gelir.
Atum yaşamı içinde barındıran kaos ve sonsuzluğun içinden geliyor gibi anlayabiliriz. Ra güneş tanrısı olduğundan güneşin gücüyle hayatın geldiği de simgesel olarak anlatılıyor. Mısırlılara göre hiçbir şey yokken Ra vardı. Güneş tanrısı, evreni dolduran “Nun” un içindeydi. Sonra yarattığı varlığın efendisi oldu.
Bütün mısır mitleri aynı tema etrafında toplanıyor. “Nun” adı verilen cansız sular. Ayrıca “Ben-ben” dı verilen piramit şekilli tepe ya da tümsek. Önce sulardan bu tepe çıkmış deniyor. Bazı kaynaklar bu hikayeyi Nil Nehri’nin taşıp geri çekilme döngüsüyle ilişkilendirmektedir. Geri çekildiğinde oluşan tepelere “Ben-ben” demiş olabilirler. Astronomide ilerlemiş olan mısırlıların Güneş ve Ay’ın hareketlerine bakarak da yorumlar yapıp mitler geliştirmiş olmaları da mümkün. 

Hinduizm’in kökeninde üç tanrı öne çıkar: Brahma, Vishnu ve Shiva. Bazı Hint yazıtlarında Brahma Hiranyagarbha (altın yumurta) ya da Purusha’yla bir tutulmaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi Rig Veda daha agnostik bir bakış açısına sahipken daha sonra gelen kaynaklar daha belirli sınırlar çizmiştir. Bu tanrılar Dünya’nın yaratılması ve yok edilmesi döngüsünden sorumludurlar.
Bir yaratılış hikayesine göre Ganga adındaki nehir göklerde akıyordu ve tanrı Brahma tarafından tutuluyordu. Bir gün Brahma bu nehri Dünya’ya gönderdi ve Shiva onu saçından Dünya’ya indirdi. Hindular bu nehirde yıkanılarak ölüm-yaşam döngüsünde hapsolmaktan kurtulunacağına inanmaktadırlar.

İSLAM
Müslümanlar yaratılışa nasıl bakıyorlardı? Allah gönderdiği kitapta nasıl bir yaratılıştan bahsetti? Bu sorulara yanıt arayalım. Kuran’da bununla ilgili bazı önemli ayetler var ve İslam’ın bakış açısıyla ilgili bir anlayış oluşturabiliriz. Kuran 609-632 yılları arasında tamamlanmıştır.
Bakara Suresinde der ki “Allah bir maddeyi yaratmak için sadece “ol” der ve o olur.” Yani Allah’ın tek bir isteğiyle her şey meydana gelir.
Kurana göre gök yedi kattan oluşur. Tanrı yerleri ve gökleri altı günde yaratmış, sonra göğe yükselmiş, gündüzü geceyle örtmüştür. Ancak Kuran’daki bir günün Dünya’da 50,000 yıla eşit olduğu başka bir surede belirtilmektedir. Hıristiyanlıktan farklı olarak Allah Dünya’yı yarattıktan sonra dinlenmeye çekilmemiştir.
Ayın ve yıldızların hakimidir. İslam’a göre tek yaratıcı Allah’tır. Allah güneşi ışık kaynağı, Ayı ise bir “nur” yapmıştır, yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilmek için Ay döngülerini yaratmıştır.
Kuran’a göre gökle yer bitişikti ve Allah onları ayırdı. her şeyi sudan meydana getirdi.
Fussilet Suresi 11. ayette şöyle denmektedir:
Sonra, duman (gaz bulutları) halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yerküreye dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek (meydana) gelin." İkisi de: "İsteyerek (itaat ederek) geldik" dediler.
Burada şu anda modern bilim tarafından savunulan, güneş sisteminin bir gaz bulutundan meydana geldiği teziyle bir paralellik düşünülebilir mi?

Ayrıca Kuran’da evrenin genişlemesiyle benzer olarak göğün genişlediği geçmektedir.


Antik Yunan
Yunan Mitolojisindeki yazılı kaynaklar çok eskiye gitmiyor. Daha önce sözlü anlatımlar olduğundan çok eski tarihteki bakış açıları kaybolmuş olabilir.
Antik Yunan Mitolojisi’nde MÖ 750-650 yıllarında yaşanıldığı düşünülen Hesiod’a göre her şey Kaos’la başladı. Kaos, sınırsız bir hiçlikti,. Yunancada kaos dipsiz, sonsuz boşluk, uzay, demektir.
Yunanca’da “χάσκω (chasko)” açmak, ağzını açmak, esnemek anlamında bir fiildir.
Hesiod bu kelimeye kozmosun bütün bileşenlerini doğuran “boş açıklık” anlamı vermiş olabilir. Yunanca’da kozmos yani evren “düzen” demektir. Yani sınırları olan ve diğerinden farkı görülebilen tüm maddelerdir.
Belki de göğün ağzı birden açıldı ve sonsuz boşluktan, düzensiz duran madde evrende düzen içerisinde dağıldı!

İncil’de geçen “abyss” akıl ermez derinlikte ve sınırsız demektir. Yunanca “βυσσος” kelimesinden gelir. Burada sonsuz uzay ya da başlangıçtaki derin denizler ima edilmiş olabilir. Bu kelime de İbranicedeki “tehom” kelimesinin çevirisidir. Derin anlamına gelen “Tehom” yaratılıştaki derin suları işaret eder. Eski Sümerlerde Tiamat tuzlu denizlerin tanrıçasıdır. Bu tanrıça yaratılışın simgesi olarak kabul edilir. Tuzlu su ve tatlı suyun birleşmesiyle Dünyayı yaratmıştır.

Hesiod’un eserlerindeki “Kaos” kelimesi “Yer ve Gök başlangıçtaki birliklerinden ayrıldıklarında oluşan boşluk ya da “Dünya’nın altındaki, üzerine oturduğu boşluk” olarak yorumlanabilir. Belki de Hesiod bunu sonradan Dünya’nın altında bir yer olarak değiştirdi.

Sonradan anlatılan Uranüs ve Gaia’nın dünyayı yarattığı teorisine göre Kaos, bunların arasındaki boşluk da olabilir.
                                                     -Antik Yunanlılara göre Dünya Modeli-

Neden yer ve göğün ayrılmasına bu kadar takıldıkları gerçekten insanın ilgisini çekiyor. Bu bakış açısı Yahudilerde, Hıristiyanlarda ve Müslümanlarda da var.
Işık olarak Gaia (Dünya, toprak) ve diğer ilahi güçler ortaya çıktı. Bir erkek olmadan Gaia, Uranüs’e yani gökyüzüne hayat verdi. Sonra hayat verdiği gökyüzü onu dölledi.
Eski Yunanlılar’a göre Dünya ayaklarımızın altında Tartarus’a (Cehennem çukuru) kadar uzanıyordu.
Yunanlılar bu Kaos kelimesinin tanımının yapılması üzerine oldukça kafa yormuşlar ve zamanla anlamını değiştirmişlerdir.
Antik Yunan bakış açısına göre Dünya'nın oluşumu Evrenin oluşumuyla bağlantılı gibi duruyor. O zamanlarda bile maddenin atomdan oluştuğu fikri vardı. Bu yüzden modern bilimin açıkladığı şekilde bir yaratılışa benzer düşünceler gelişmiş gibi görünüyor.

Sonuç
Farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda yaşayan insanların Dünya’nın fiziksel yaratılışı hakkındaki görüşlerinde birçok şaşırtıcı benzerlikler var. Medeniyetlerin de genelde nehirler ve denizler etrafında kurulup gelişmesi de dikkate alınması gereken bir konu. Yaratılışla ilgili inanışlarda yaşanılan coğrafyayla da bağlantılar var gibi gözüküyor. Ancak bizden uzun yıllar önce yaşamalarına rağmen eşsiz eserler ortaya koyan ve bilim ve sanatta ileri giden bu uygarlıkların bilgi birikimlerini küçümsemek bir hata olur. Bu yüzden inançlarını tek bir nedene bağlama cehaletine düşmek istemiyorum. Bu arada, yazının devamında farklı medeniyetlerden de bahsedeceğim. 






4 Mayıs 2020 Pazartesi

Yaratılış Hikayesi- Adem ve Havva Hakkında Bilinenler ve Bilinmeyenler


Adem ve Havva hikayesinin bildiğimiz versiyonu nedir?
İncil’in Eski Ahit’inde şöyle yazar:
-         Tanrı Dünya’yı yedi günde yarattı, Adem ve Havva altıncı günde yaratıldı
-         Birkaç nesil sonra  Nuh zamanında, tufan oldu. Sadece Nuh’un ailesi kurtuldu.
-         Ondan gelen İbrahim, eşi Sarah, vaat edilmiş topraklar olan İsrail’e gitmek için kendi vatanlarını terk etti. Tanrı ona birçok torun vaat etti.
-         İbrahim’in erkek torunu Yakup’un on iki oğlu oldu. Bunlar On iki İsrail kabilesini temsil eder. Bunlardan biri olan Yusuf, Mısır’a köle olarak satılmış, orda ailesiyle yaşamıştır.


İncil’e göre Adem, Tanrı’nın yarattığı ilk insandır. İncil’e göre “Tanrı insanı çamurdan yarattı, burnundan hayat üfledi ve insan canlı bir varlık oldu” İnsan mutluydu ve Aden Bahçesi’ndeki bir meyve dışında tüm meyveleri yiyebiliyordu. Eğer yasaklı meyveyi yerse cezalandırılacağını biliyordu.



İncil’e göre, Tanrı Havva’yı ona bir eş ve yardımcı olması için Adem’in kaburgasından yaratmıştır. “Adam” İbranicede “insan” demektir ve başına gelen ekle “ha-adam” olmaktadır. İncil’e göre Tanrı insanı “toz” ya da “toprak” tan yaratmıştır. “Adamah”, toprak ya da Dünya şeklinde çevrilebilir. İncil’e göre Tanrı insanı “Adamah” tan yani topraktan yaratmıştır.
Tanrı, Adem’in yanında “an ezer kenegdo” yani ona “bir yardımcı” olan Havva’yı Adem’in kaburgasından  yaratmıştır. Sümerce’de kaburga kelimesi birçok anlama gelebilmektedir çünkü “ti” kelimesi hem “kaburga” hem “hayat” anlamına gelmektedir. Adına “ishsha” yani “kadın” denir çünkü kayıtlara göre “ish” den yani “insan” dan oluşmuştur.

İslam bakış açısına göre Adem insanlığın babasıdır. Havva da insanlığın annesidir.
İslam’a göre Adem de Havva da yasak meyveyi yediler ve her biri bir dağın tepesine gönderildi. Adem 40 gün ağlayarak tövbe etti ve daha sonra Tanrı siyah taşı yollayarak ona Hac etmesini söyledi. Bir hadise göre Adem ve Havva, Mekke yakınlarında Arafat’ta yeniden buluştular. Habil ve Kabil adlarında iki çocukları oldu. İslam’a göre “ilk günah” diye bir şey yoktur çünkü Tanrı onları affetmiştir.

Yunan Mitolojisi’nde Prometheus (önsezi, geleceği görme, sağduyu), insanoğlunun çamurdan yaratılmasıyla ilişkilendirilen bir Titan’dır. Prometheus, medeniyeti yaratması için ateşi onlara vererek tanrılara karşı gelmiştir. Çoğu kaynak tarafından Deucalion’un yani tanrılar tarafından gönderilen büyük sellerin kahramanının babası olduğunu söyler.

Ayrıca Sümerlilerin Gılgamış Destanı’nda da tanrılar tarafından, insanlığın günahlarına ceza olarak büyük bir selin gönderildiğinden bahsedilmektedir. Gılgamış Destanı’nda tanrı selden sonra yedi erkek ve yedi kadının yaratılmasına karar verir.


Hıristiyan bakış açısına göre ilk günah Havva’ya aittir. Yasak meyveyi o yemiştir ve bu yüzden sonsuza kadar bu meraklılığın acısını çekmek zorundayızdır. Milattan önce 1250-800 yılları arasında Yahudi yazıtlarında ele alınan bu hikaye bu sürede değişmemiştir. Bu bakış açısı Hıristiyan ve Yahudi kültürü ve yaşam tarzında birçok örneğiyle uygulamada da yer bulmuştur. Özellikle kadınların günahın kaynağı olarak görülmesi ve birçok haktan mahrum bırakılmaları teolojik sebeplerden ileri gelmektedir.

İncil ve Kuran’da bahsedilen bu anlatımların kaynağıyla ilgili birçok araştırma yapılmış ve daha önce Dünya’nın bu bölgesinde anlatılan bazı hikayelerle benzerlikler taşıdıkları bulunmuştur. Özellikle Sümerlilerin “Enki ve Ninhursag” adlı yazıtlarıyla önemli benzerlikler tespit edilmiştir.
Orijinal Sümer tabletlerinin ilk çevirisinin 1915’de İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında yapılmıştır. Bu zamana kadar fazla bahsedilmemesinin sebebi de, bilinen doğrulara tam bir ters argüman olmasından dolayı olabilir.
Sümer tarihi uzmanlarının bu tabletleri 20. yüzyılın başlarında çevirdikleri ve bunu bir süre sır olarak tuttukları düşünülmektedir. Tanrıça Ninhursag’ın karakteri ve hareketleri ilginç bir şekilde Yahudi tanrısı Yahveh’e benzemektedir. Ünlü Sümer edebiyatı uzmanı Gwendolyn Leick gözlemlerini şu şekilde belirtmiştir:

“Büyük Sümer Uygarlığı’na ilişkin en önemli bilgiler bir takım Sümerologlar ve İncil yorumcularının kendi Dünyalarında hapsolmuştur”



Enki ve Ninhursag bir Sümer mitidir. Bu mitte Enki bilgeliğin efendisi, suların taşıyıcısıdır. Yanında oturan, Damkina da denen Ninhursag iki yüce ilahtır. Hikaye Dilmun Adası’nda muhtemelen şu anki Bahreyn’de geçer. Bahreyn tahminen eskiden Mezopotamya’yla yoğun ilişkiler içerisinde olmuştur. Bu mit Enki’nin burayı Sümer için nasıl bir zengin kaynakları olan yer haline getirdiğini anlatmaktadır.
Tanrı yüceliğiyle olmayan bir yerde bir tatlı su kuyusu yaratır ve bitkiler yeşerir. Daha sonra eşi Ninhursag’la evlenir. Ninhursag, yedi günde,  Dünya’ya sebzelerin tanrısı Ninsar’ı getirir. Tanrı Enki, Ninnisi ile beraber olur. Şeytan (hayat arzusunun yılanı) ona der ki “Bu güzel çocuğu öp! Bu güzel Ninnisi’yi öp!” Bundan sonra Ninnisi 9 ayda Dünya’ya Nin-Kur’u (NinKura) getirir. Enki NinKura’yı da alır. NinKura’dan doğan kız çocuğu Uttu da Enki’ye verilir. O zamanki medeniyet için büyük önem taşıyan iplik üretiminde kullanılan bitkilerin tanrıçası olur.
Daha sonra cinsel isteği ve hayat enerjisiyle dolu Enki, Uttu’yla beraber olmak için ona kendisini bahçıvan gibi tanıtır (Enki kendi gözlerini yeşile boyar) ve ona düzenli olarak meyve getirir. Uttu bu ilişkiyi kabul eder ama hayal kırıklığına uğrar. Bazı anlatımlarda Enki ona iyi davranmadığı için, bazı anlatımlarda Enki terk ettiği için.. Uttu Ninhursag’a Enki’yi şikayet eder. Ninhursag onun rahminden Enki’nin tohumlarını çıkartır ve yenilmeyen bitkilere dönüştürür. Bitkilerin dikildiği yerde, 9 günün sonunda, 8 tane güçlü ve güzel bitki çıkar. Bunlar tanrıça tarafından dikilen ilk bitkilerdir.
Bu güzel bitkileri gören Enki’ye veziri Isimud bitkilerde yetişen meyveyi uzatır ve o da meraktan meyveleri yer. Enki öğrenir ki bu meyveler ağaçta yetişir ve çok lezzetlidirler. Enki sekizini de yer. Böylece Ninhursag onu lanetler.
Enki çok acı çekmektedir ve ölmektedir ancak onu Ninhursag’dan başka hiçbir tanrıça iyileştiremez. Enki’nin kardeşi Enlil için dayanılmazdır. Bir tilki gelir ve Ninhursag’ı bulacağını söyler. Ninhursag gelir ve Enki’nin ağzını kendi vajinasına koyar. Hastalanan 8 organın hepsini iyileştirir. Bu organları iyileştirip hastalığı çıkarırken 8 tane tanrıça doğar (Abu, NinTula, NinSutu, NinKasi, Nazi, Azimua ve NinTi)
Bu 8 organdan biri kaburga (Ti) dir. Ninti’ye “Kaburgadan olan kadın” dendi. Sümer literatüründe “Ti” aynı zamanda “hayat veren kadın” olarak cinaslı bir şekilde kullanıldı.
Enki iyileşir ve Ninheursag’la yeniden beraber olurlar ve yeniden yaratmaya devam ederler.

Bu mite bakıldığında Sümer inancında ana tanrıça figürlerinin önemi görünmektedir. Dünya’nın oluşumuna katılan Anu ve Enlil bile Enki’yi iyileştiremez. Bunu yalnız Enki yapıp  hayat verebilirdi. Ninhursag onunla ilgili tüm mitlerde hayat ve güçle ilişkilendirilir. Ama en sonuna Enki ona rakip çıkar ve sonunda ona baskın çıkar.
İncil, Havva’yı “tüm yaşayanların annesi”, ademin kaburgasından olan, olarak tanımlamıştır.

Görünen odur ki Yahudiler, Sümer dilinde cinaslı olarak kullanılan bu iki kelimeyi de alıp bir arada kullanmışlardır. Yani, “tüm yaşayanların annesi”, Adem’in kaburgasından olan demeyi seçmişlerdir. Hawwah İbranicede “yaşayan, canlı” demektir.
Büyük soru işareti, Yahudilerin neden hayat veren kadın yerine, kaburga kelimesini aldıklarıdır. Görünen odur ki İncil’deki hikayeyle Sümer hikayesi bu anlamda büyük bir benzerlik içermektedir.

Enki ve Ninhursag hikayesinde ilginç olan bir nokta da Eski Yunan Mitolojisiyle olan bazı benzerlikler. Mitolojide Tanrı Uranüs, oğlu Kronos tarafından hadım edilmiş ve cinsel organı denize atılmıştır. Uranüs’ün tohumlarından Gigantes, Erinyes ve Meliae doğmuştur. Cinsel organı denize düşüp beyaz bir köpük yaratarak Afrodit Dünya’ya gelmiştir.
Bu hikayede de Karısının nefretinin kazanan yunan tanrısının sonu hazin olmuştur. Oğullarından Kronos’u babasını hadım etmesi için Gaia görevlendirmiştir.




Burada asıl önemli olan bu hikayelerin her birinin ne zaman yazıldığıdır. Bilinmektedir ki Yahudiler, Sümer kültüründen oldukça etkilenmiştir. Yahudilerin Sümer İmparatorluğunda önemli pozisyonlarda oldukları iddia edilmektedir.
Yaratılış tezi (Adem ve Havva) nin bulunduğu Eski Ahit’in MÖ 1200-100 yılları arasında Yahudi din adamlarınca yazıldığı söylenmektedir.
Eski Ahit’in yüksek derecede benzerlik gösterdiği Enki ve Ninhursag mitinin MÖ 2000 ya da daha da eskiye dayandığı düşünülebilir. Hikayede bahsi geçen Ninhursag’ın figürleri MÖ 3000 yıllarına ait sanat eserlerinde bulunmuştur. Yani hikaye daha eski de olabilir.

Peki Yunan Mitolojisi bunlardan daha eski midir?  Tanrılardan ateşi çalıp insanoğluna veren Prometheus mitinin MÖ 800 civarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Prometheus’un da yer aldığı Titanlar ve Tanrılar’ın savaşı bu yıllarda Hesiod tarafından yazılmıştır. Ancak Truva Savaşı’nın MÖ 1200 civarında yapıldığını düşünürsek hikayelerin kökeninin yazılı kaynaklar dışında aktarımının daha eskiye dayandığını varsayabiliriz.
Şunu hatırlamamız gerekir ki bu mitlerin oluştuğu sırada Mısır medeniyeti epey ilerlemişti.
Sofokles’den 2000 yıl önce Mısırlı sanatçılar yarı-insan, yarı-aslan heykeller yapmıştı. Bu yüzden olayların görünen başlangıç noktası Mısır mıdır sorusunun kafamızı kurcalaması lazım. Mısır’daki cenaze pratikleri ve mezar boyamalarının MÖ 4000 civarına kadar gittiğini söyleyebiliriz. Mısır dini, İpek Yolu vasıtasıyla diğer kültürleri yoğun bir şekilde etkilemiş olabilir.

Mısır mitolojisinden ve diğer kültürlerde anlatılan hikayelerle benzerliklerinden gelecek yazımda bahsedeceğim. Aradaki bağlantıların ne denli elle tutulur ve ilginç olup olmadığını hep birlikte göreceğiz. Umarım bu yazım kafamızda karanlık kalan bazı bölgelere ışık tutabilir ve konunun daha detaylı araştırılması için merak uyandırır.

2 Mayıs 2020 Cumartesi

Şanslı İnsanlar (Şiir)


En eğlenceli oyundur iyi polis kötü polis!
Ve en iyisi en kötü bok çukurunda olur.
En güzel yanı: kimse suçlu değildir.
Asıl suçlular dışarıdayken oynanır!
Oyuncular da aralarında suçludur.
Biletini alıp izlemişsindir bilet parası senden çıkmıştır,
Ama oyun sana oynanmıştır
Senin için değil!
Bir de pis kokular…
“Ah nerden geldim ben bu lağıma”
Fareler etrafta dolaşırken,
Bir bakmışsın kulakların yok.
Yılanlara sarılıp uyurken,
Bir bakmışsın ayakların yok.
Dersin ki “ben oynamıyorum yokum”
Derler ki “zaten sende hiç izleyici tipi yok”
Nasıl olsa bu oyunun seyircisi de bitmez.
O zaman biz kuyruktan sıradakini alalım,
Yanlış yerde yanlış zamanda olanlardan,
Ya da yanlış yerde doğru zamanda olanlardan.



Astro şair :)

Astroloji ve İnsan Beyni

Astroloji ve İnsan Beyni




Bilindiği üzere, Astroloji insanoğlunun bin yıllardır biriktirmiş olduğu bir psikoloji hazinesi. Bununla gurur duyup, bundan en yüksek düzeyde yararlanmalıyız. Astroloji büyü, sihir gibi bir şey değil. Tam tersine, tamamen insan psikolojisi üzerine kurulmuştur!
Burada amacım Astrolojiyi bilinen ve görünenlerin dar alanına hapsetmek değil, ele aldığı konuların bilimden uzak hayal ürünü saçmalıklar olmadığını anlatmaktır. Evrenin nasıl çalıştığı, kuralları henüz tamamen ne Bilim ne de Astroloji tarafından açıklanabiliyor.
Bu yazıda size Astrolojide her biri kendine özgü bir enerjiyi simgeleyen gezegenler ve beynin bu benzer enerjileri yöneten merkezleri arasındaki bağlantılara değineceğim. Bilim ve Astroloji arasında görünmez bir kapı açmak beni büyülüyor!

Cinsel istekler de beyinde açlık-tokluk, istek, susuzluk ve vücut sıcaklığını yöneten merkez tarafından yönetilmektedir. Hipotalamus bizim kısa ve uzun vadeli hayatta kalma güdümüzden sorumlu beyin bölümüdür.
Astrolojide, hayatta kalma ve cinsel istek, küçük kötücül gezegen Mars tarafından temsil edilir. Astrolojide Mars enerjiklik, harekete geçme isteği, hayatta kalma içgüdümüz, girişgenlik, cinsel istek, devam edebilme azmi-gücümüzü simgeler. Mars egonun yaratıcı enerjisi değil, arındırılmış harekete geçme enerjisidir. Haritasında Mars ağırlığı olan kişilerde (kişinin Güneş burcu Koç olabilir), bu merkezin daha aktif olması tahmin edilebilir.


Duyularımızın tetiklemesiyle beynimizin Amigdala bölümünde cinsel istek oluşur. İlginçtir ki bu isteğin oluşması sırasında görülen belirtiler, can güvenliğimiz tehdit altındayken oluşan belirtilerden farksızdır.

Amigdala’nın duygusal bağlantıların kurulduğu uzun vadeli hafıza oluşumda da önemli rol oynadığı bilinmektedir. Beynimizdeki elektriksel iletimi sağlayan nöronlar arasındaki güçlendirilmiş bağlantılar sayesinde uzun vadeli hafıza oluşmaktadır. Uzun vadeli hafıza bilinçaltı ve bilinç dışımızın en önemli bileşenlerindendir. Astrolojide hafıza ve alışkanlıklarımız Ay’la ilişkilendirilir.
Ayrıca supramarjinal giruslar olarak adlandırılan bölüm beyinde başkalarına karşı empati oluşmasında önemlidir. Kendini başkalarının yerine koymak Astrolojide Ay’ın simgelediği konulardandır. Ay alıcıdır, dişidir.
Empati kuramadığımızda, karşımızdakini anlamak yerine, kendi duygularımızı onlarda görürüz yani benmerkezci oluruz.
Astrolojide en yüksek empati göstermeyi simgeleyen burç ay tarafından yönetilen Yengeçtir. Ayrıca Balık da yüksek derecede empati gösterebilen bir burç olarak kabul edilir. 




Ruh halimizi yöneten Limbik sistem beynimizin en ilkel kısmıdır. Bu bölgenin insanlarda beynin ilk gelişen kısmı olduğu söylenmektedir. İlginçtir ki ruh halimiz, ileri zekamızdan önce de vardı yani insanın gelişmesinde ruh hali düşünce yapımızı değiştirdiğinden dolayı düşünebileceğimizden çok daha önemlidir.
Beynimizin haz merkezi nucleus accumbens dir. Haz almamızı sağlayan, bu bölgeye akan Dopamin adındaki sinir taşıyıcısıdır. Dopamin bu bölgeye ulaştığında şu mesaj iletilir: hoşuma gitti/tadı güzeldi/kokusu güzeldi/unutma bir daha yap, vb. Örneğin şizofren ve narkolepsi hastaları antidopamin ilaçlarıyla tedavi edilmektedirler.
Bir tür isteklerimizi tatmin etme yöntemi olan rüyalarımız (Freud) Dopamin sayesinde olmaktadır.  
Halüsinasyonlar ve düş kurmak, Astrolojide gezegen Neptün tarafından simgelenmektedir. Uyuşturucu bağımlılıkları mezolimbik Dopamin sistemi üzerinde etki eder. Uyuşturucu, beyne çok kısa bir sürede Dopamin hücum ettirerek büyük bir ödül aldığımızı düşünmemize sebep olur.
Meditasyon sırasında Dopamin seviyesinin önemli ölçüde yükseldiği ortaya çıkmıştır. Astrolojide Neptün mistikler ve insan bilincinin sınırını aşan tecrübeler yaşayan insanları simgelemektedir.
Haritasında Neptün ağırlığı olan kişilerde (kişinin Güneş burcu Balık olabilir), bu merkezin daha aktif olması tahmin edilebilir.

Beynin “isteme merkezi” aynı zamanda beynimizin haz merkezindedir. Bizi motive eden şeyler burada oluşur. Bu mekanizma sayesinde bir şeyi gerçekten isteyip istemediğimiz, ondan ortaya çıkabilecek sonuçları ve riskleri ölçerek belirlenir. İnsan beyni karar vermeden önce bunu yapmak zorundadır. Bu sırada beyinde mezolimbik kanaldan geçen Dopamin miktarı, bu isteğin güçlülüğüyle alakalıdır. İlginçtir ki bilim adamları, bir şeyi istememizin onu sevmeden de arttığını, sevmediğimiz şeyleri de yapma isteğimizin oluştuğunu keşfetmişlerdir.
Astrolojide asıl motivasyon merkezi Güneş’tir. Güneş bizim için en önemli hedefleri belirler, gerçekten kim olmak istediğimizi, nasıl özgün bir birey olacağımızı belirler. Kendimiz olmak bizim için en büyük ödüldür. Gerçekten kendimiz olabilirsek en büyük ödül bizi beklemektedir.
Haritasında Güneş ağırlığı olan kişilerde (kişinin Güneş burcu Aslan olabilir), bu merkezin daha aktif olması tahmin edilebilir.

Beyindeki bu bölümün dışında ayrıca böbreklerimiz de Dopamin salgılamaktadır.


Arka singulat korteks beynin en yoğun bağlantılarının olduğu, metabolik olarak en aktif bölümlerinden biridir. Bu bölümdeki beyin sıvı akımı ve metabolizma hızı beynin diğer yerlerindeki varsayılan mod ağı adlı bölümünün en temel bölgesidir ve egoyla da ilişkilendirilen birçok farklı görevde rol oynamaktadır:

-          Kendi geçmişimizle ilgili bilgiler: Kendimizle ilgili olan olayların toplandığı hafıza
-          Kendi duygularımız: Kendi duygularımızla ilgili olan düşüncelerimiz
-          Geleceği hayal etmek
-          Geçmişte yaşanan olaylarla ilgili hafıza
-          Çok yakın aile bireyleriyle ilgili karar verme mekanizması
-          Akıl yoluyla zaman içinde yolculuk yapmak, geçmiş ve gelecekteki olayları analiz
-          Bilgilerin düzenlenmesi, bir kütüphane görevlisi gibi düzenlenip rafa konulmaları

Singulat korteksin üst bölgesi istemsiz farkındalık ve uyarım işlevi görür. Beynin dörtgen lopçuğu, görsel, hem duygusal hem hareki olan, dikkatle ilgili bilgilerde rol oynar.
Bazı hayal gördüren uyuşturucu maddelerin, beynin varsayılan mod ağındaki bölgeler arasındaki iletişimi engellediği tespit edilmiştir. Bu bölgeler bilinci kontrol eden ya da bastıran bölgelerdir. Bu maddeler, egonun kaybolması hissi, alternatif bir bilinç, doğayla kendini bir hissetme, diğerleriyle, kendimizle ve doğayla bağlılık hissetme gibi tecrübeler yaratmaktadırlar. Bazı kaynaklara göre, korku ve birlik hissi, beyinde birbirlerine sıkıca bağlı, ayrılmaz deneyimlerdir. Limbik sistemde Serotonin-2a sayesinde korku ve mistik deneyimler birbirine geçmiş olarak yaşanmaktadır. Serotonin, hafıza, korku ve bilincin yönetimiyle ilgili önemli rol oynamaktadır.


Beynin büyük bir bölümünün iletişim için ayrıldığını görmek gerçekten ilginç. Bu da iletişimin insanın varoluşunda ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Serebrum beynin en büyük bölümüdür. İki yarımküreden oluşur. Konuşmamız, eğer sağlaksak, beynin sol tarafı tarafından yönetilir. Broka alanı düşüncelerin kelimelere çevrildiği yerdir. Bu bölgenin biz konuşmadan önce çok aktif olduğu tespit edilmiştir. Bu bölge aynı zamanda bilgiyi motor kortekse geçirerek ağzımızın hareketini yönlendirir. Tam kulaklarımızın arkasında bulunur. Temporal lob aynı zamanda sesin işlendiği yerdir. buradaki sinirler sayesinde kelimelerin oluşumu, tertemiz konuşmamız ve dili anlamamız sağlanır.
Beynimizin arkasındaki küçük beyin, ağzımızı açma-kapatma, dilimizi ve boğazımızı oynatarak düzgün konuşmamızı sağlar. Beynimizin bu bölgeleri öğrenme, sorgulama ve problem çözmeyle ilgili bölgelere bağlanmıştır ve yoğun bir temas içindedir.
Bazı kaynaklar sağ beynin daha sezgiler yoluyla çalışan, sağ beynin de daha analitik matematiksel düşünen bir yapısı olduğunu savunmaktadır. Duygusal karar almada sağ beynin etkili olduğu söylenmektedir. Bazı kaynaklar da böyle bir şey olmadığını ikisinin de çapraz fonksiyonları yerine getirdiğini söylemektedir. Astrolojide sağ beyni duygusal zekayı simgeleyen Ay’la bağdaştırabiliriz.
Astrolojide Ay alıcı, dişidir, duygusal ihtiyaçlarımız, ilişkilerde ve kendi içimizde güvenli hissettiğimiz yerdir.
Bunun yanında rasyonel zihin ve problem çözmeyi de Merkür’le ilişkilendirebiliriz. Merkür, Zodyakta negatif açılar almadığı sürece objektif kalır ve rasyonel düşünmeyi simgeler. Düşüncelerimiz önce kendi içimizdeki süzgeçten geçtikleri için, içlerinde ne kadar duygusallık taşıdıklarıyla ilgili kendi farkındalığımızın olması bizi şanslı kılabilir.
Haritasında Merkür ağırlığı olan kişilerde (kişinin Güneş burcu Başak ya da İkizler olabilir), bu merkezin daha aktif olması tahmin edilebilir.


Astrolojide Venüs ahlaki zorunluluklardan, inançlardan bağımsız olarak yaşanan saf aşkı ve maddi dünyayı, duyularımızı, zevklerimizi, hayattan tat almayı simgeler. Kulağa yukarda bahsettiğim beynin ödül mekanizmasıyla ilişkili gelmiyor mu? Venüs bu bahsettiğimiz şeylerin yanında, beynin sağ lobunun alanında olan sanatsal eğilimlerimizi de temsil eder.
Haritasında Venüs ağırlığı olan kişilerde (kişinin Güneş burcu Boğa ya da Terazi olabilir), bu merkezin daha aktif olması tahmin edilebilir.

Aşk bir kendinden geçme halidir. Bu kendinden geçme ve yanılgı hali beynin ödül merkezi tarafından salgılanan yüksek miktarda dopamin yüzündendir. İlginçtir ki aşık olduğumuzda beynimizin diğer insanlar hakkında eleştirel yaklaşmayla ilgilenen bölümü kapanır. Korku, sosyal yargılar ve negatif duyguları aktive eden sinir ağları bloke olur.

Diplomasi, uyum ve taviz verme, Venüs tarafından temsil edilen özelliklerdir.


Beynimizin yarı beyin adı verilen kısmının temel görevleri: kavrama, bilgi işlenmesi, dokunma duyusu (ağrı, sıcaklık, vb), uzayda yerimizi ve diğer nesnelerin yerini saptamak, hareket koordinasyonu, görsel veri olmadan bile uzayda iki noktayı saptamak, yön bulmak ve sorgulamak, konuşma, görsel algı, okuma-yazma, matematiksel hesaplamalar. Beynin bu bölgesi hasar alan kişilerde yer yön bulma ve nesnelerin yönünü saptamada sıkıntılar yaşanmıştır. Bu kişiler sağı solla, solu sağla karıştırabilmektedirler. Son zamanlarda yapılan bir çalışma göstermiştir ki bu şekilde beyin hasarı alan kişilerin ilahi bir güce daha yakın hissettikleri tespit edilmiştir. Bu kişiler kendilerini ilahi bir planın parçası gibi hissetmeye başlamışlardır.
Öncelikle şunu düşünelim: iki nokta arasındaki mesafeyi bulmak için önce tam olarak nerede olduklarını saptamamız gerekir. Bize bunu kolaylıkla yaptıran şey her bir nesnenin de belirli bir yeri olması ve uzayda sınırları olmasıdır. Eğer nesnelerin belirli bir şekli olmasaydı onları görsel olarak da algılayamazdık. Bunlarla doğal olarak bizim hareketlerimiz arasında sıkı bir ilişki var, çünkü bu bilgilere göre hareket ediyoruz. Nesnelerin sınırlarını ve şekillerini bildiğimiz için onlara çarpmayız, ya da onlara tutup kaldırabilir, bir yerden bir yere taşıyabiliriz.
İlginçtir ki beynin bu bölgesi hasar gören insanlarda dini duygularda artış gözlemlenmiştir. Bu insanlarda manevi bir ruh hali, sonsuzlukta dolanıyormuş hissi vardır. Sonsuz genişleme ve nesnelerin sınırlarının kalkması, üstün bir varlığa ulaşma hissiyatı beynin bu bölümünü Jüpiter’le ilişkilendiriyor. Astrolojide Jüpiter, tanrıların tanrısıdır. Sonsuz genişlemeyi, bolluğu ve refahı, iyimserliği, talihi simgeler. Bunlar Satürn’ün simgelediklerinin tam tersidir. Satürn bize sınırlarımızı, sorumluluklarımızı ve taahhütlerimizi hatırlatır. Hayatlarımıza belirli tanımlamalar getirir, sınırlar çizer, kendimizi kontrol etmemizi sağlar.
Haritasında Jüpiter ağırlığı olan kişilerde (kişinin Güneş burcu Yay ve Balık olabilir), üst bir güce yakın hissetme, inanç konularının aktif olması tahmin edilebilir.
İlginçtir ki Einstein öldükten sonra beyninde yapılan incelemede yarı beyin olarak adlandırılan beynin yan loblarında ciddi asimetriklik ve sağ yan lobunun sıradışılığı tespit edilmiştir. Kendisinin yan lobu normal bir insanınkinden %15 daha büyüktür.
Sağ yarı beyindeki farklılık uzay ve yer algısındaki farklılığın sebebi olabilir. 
Einstein'ın tanrıya ve ahirete inanmaması da bu merkezin gelişmiş olmasının ilahi duyguları azaltabileceği düşüncemle tutarlılık gösteriyor.
Haritasında Satürn ağırlığı olan kişilerde (kişinin Güneş burcu Kova olabilir), daha somut, yere basan, sınırları tanımlayan, kuralcı bir enerji baskın olabilir.
Görüldüğü gibi insan beyni, dış dünyada olan olaylara hızlı reaksiyon verebilmesi için her nesneye belirli bir zamanda belirli bir yer tayin etmek zorundadır. Diğer türlü türümüzün devamı mümkün olmazdı. Ancak, Quantum fiziğinden bu böyle değildir. Kuantum fiziğine göre bir madde aynı anda farklı yerlerde olabilir ve sıradan dalgalar gibi davranmayabilir. Bir kuantum nesnesinin tam olarak nerede olduğunu ve nereye gittiğini tespit etmek mümkün değildir. Buna fizikte Belirsizlik İlkesi de denir ve matematiksel olarak açıklanmıştır.

Daha önce böyle bir çalışma yapıldı mı bilmiyorum ancak bana ilginç geldi. Daha bu anlamda incelenecek başka bazı konular da var. Astroloji, Psikolojiyle çok bağlantılı olduğu ve çoğu tanınmış Astroloğun da psikoloji bilimine hakim olduğunu dikkate alırsak mutlaka bunları düşünenler olmuştur diye düşünüyorum. Henüz bu konuda tam olarak hakim olduğumu düşünmediğimden bunu bir ön çalışma olarak yayınlıyorum. Umarım beğenmişsinizdir.


1 Mayıs 2020 Cuma

Astrology and the Human Brain



As known, Astrology is a huge database of psychological knowledge of humanity, and we must be proud of it and get the most it. It’s not some kind of magic used by witches. It’s grounded in human psychology!    

My motivation here is not to limit Astrology to the narrow scope of the known and visible, but only to show that Astrological outcomes are not absurd illusions stranger to science. The functioning and rules of the universe can’t yet be fully explained neither by Astrology nor by Science up to today.
I will try to show you some connections between the Planets in Astrology each representing a unique energy and regions of the brain regulating analogous energies. It’s amazing to discover these connections and open an invisible door between Astrology and Science.

Sexual behaviour in brain is regulated by the same area that regulates hunger, appetite, thirst and body temperature. Hypothalamus is responsible for our short-term and long-term survival.
In Astrology, survival and sexual drive is associated with the “small malefic” Mars. Mars in Astrology represents energy, action and desire, our survival instinct, assertiveness, sexual drive, our energy to tackle things in order to continue. In Astrology, Mars is pure action energy unlike the creative energy of the will.



In Brain, our senses trigger some reaction in Amygdala translated as sexual arousal. The signs that appear during sexual arousal are similar to the signs that we show in a life-threatening situation. It’s know that Amydgala plays an important role in the formation and storage of memories associated with emotional events. A sustained enhancement of signaling between affected neurons leads to formation of long term memories. Long term memories are the most important elements of the subconscious and unconscious mind. In Astrology, they are associated with the Moon.
However, it has recently been discovered that Supramarginal gyrus is responsible for the empathy toward others (putting yourself in others’ shoes)
In the absence of empathy, we tend to Project our emotions on others. In other words we become egocentric.
Empathy grows out of our ability to understand other peoples’ emotions and thoughts. Empathy is associated with the Moon, that rules Cancer. Pisces is also considered a highly empathetic sign in Astrology.


The limbic system that regulates our mood is the most primordial part of the brain, thought to be developed the first in human species. Our mood is evolutionarily important, influencing how we think and view the world.

The nucleus accumbens is the pleasure center of the brain. Dopamine, a neurotransmitter associated with pleasure, reward and reinforcement flows into this area, and gives this message: that was fun/felt good/tasted good/smelled good, don’t forget, do it again. For ex. schizophrenia and narcolepsy are treated with antidopamin agents. Dreaming, a wish fulfillment process (proposed by Freud) is fueled by Dopamine in a hallucinatory dimension.
Hallucinations and daydreaming are associated with the planet Neptune. Drug addictions associated with Neptune are results of the actions of mesolimbic dopamine system. Drugs cause huge amount of dopamin to be released in a very short time.
It has recently been discovered that during meditation, dopamin levels are sensibly increased. Planet Neptune is associated with mystics and people having transcendental experiences.

Our “wanting center” is located in the nuclus accumbens shell. This is where “Motivational salience” is formed. Motivational salience is our ability to measure the risk and reward from a particular goal, considering the amount of time and energy we put on it. The amount of dopamine that travels through our mesolimbic pathway is correlated with the magnitude of want that we have. Our wanting for something increases without our actual liking of it, so it’s natural that we may be doing things that we don’t like.
The main motivation center in Astrology is the Sun. In Astrology, Sun is our main motivator, the one that sets the most important goals for us. It’s our main purpose in life. So, if we combine the scientific and astrologic perspectives, we inherently know that there is a big, unique reward for what our ego really wants. There is a big reward, if we can be who we really are.
Our kidneys also release certain amount of dopamine.

 

The posterior cingulate cortex is a highly connected and metabolically active brain region. Cerebral flow and metabolic rate in the PCC are approximately 40% higher than average across the brain. It’s the center node of the default node network known to be involved in many seemingly different functions which can be related with ego:
-          Autobiographical information: Memories of collection of events and facts about one’s self
-          Self-reference: Referring to traits and descriptions of one’s self
-          Emotion of one’s self: Reflecting about one’s own emotional state
-          Imagining the future
-          Episodic memories
-          Decision making regarding those personally very close such as family
-          Mental time travel
-          Organizing the information, like a librarian handling immediate customer requests, indexing and categorizing the books.

The dorsal (upper) part of PCC involves involuntary awareness and arousal. The precuneus is involved in visual, sensorimotor, and attentional information.
Some psychedelic drugs are shown to decrease the communication between the brain regions that make up the Default Mode Network, a collection of hub centres that work together to control and repress consciousness. The result is an altered state of consciousness, feeling of dissolution of ego and oneness with the universe, a sense of reconnection with ourselves, others and the natural world.
According to some, sensing fear and sensing unity are tightly linked within the brain. Fear and mystical experience are intertwined in the limbic system through the workings of serotonin-2a. Serotonin is considered the foundation o a great neurochemical system important for the brain functions including fear, memory and the regulation of consciousness itself.


It’s amazing to see that such a big portion of the brain is dedicated to communication. It shows how important it is for humanbeings to have these functions.
In human brain, cerebrum controls the speech. Cerebrum is the largest part of the brain. It’s divided into two pats, called hemispheres, which are joined by a band of nevre fibers called corpus callosum. Your speech is typically governed by the left side of the cerebrum if you are right-handed. Broca’s area is another part of the brain which is involved in turning the ideas into actual spoken words. This area has been found to be most active right before we speak. It also helps to pass the information to the motor cortex, which controls the movements of the mouth. Wernicke’s area is mainly involved in understanding and processing speech and written language. It’s located in the temporal love, just behind the ears. The temporal lobe is also where sound is processed. Arcuate fasciculus is a band of nerves that helps to form words, speak clearly, and understand concept in language form. Cerebellum, located at the back of the brain is involved in coordinating the voluntary muscle movements like opening and closing the mouth, and controls language processing. Motor cortex is what we need to speak clearly, moving our mouth, tongue and throat. These components are unarguably necessary for communication being connected to the regions of the brain implicated in learning, reasoning and problem-solving. As it is well know, left brain is responsible for analytical thinking, logical reasoning, analysis, language, sequencing, mathematics. The right brain is more visual and intuitive. It has a more creative and less organized way of thinking. It’s connected to imagination, holistic thinking, intuition, arts, rhythm, feelings visualization, daydreaming. It’s said that they work together and complement each other. We don’t use only one side of our brain at a time. For ex. left brain handles mathematical equations, but right brain helps out with comparisons and rough estimates. Some studies suggest that this is a myth and there is no difference between the functions of the right and left brain.
Most of our decisions are based on emotions, controlled by our right brain. Emotions can disrupt reasoning in certain circumstances, but without emotion, there is no reasoning at all.
From Astrological viewpoint, intuition and emotional intelligence is associated with the Moon. In Astrology, Moon also represents receptivity and the need in order to feel safe in the world and relationships.
In Astrology, rational mind and thought processes are ruled by Mercury.
Mercury also rules our thoughts and objective reasoning. Almost every part of the brain must be involved in this process, however my focus remains on the most explicit.
I believe that there is no purely objective thought coming out of the human brain and entering it. Only sensory information can be called unprocessed before it goes through our brain.
Mercury does his best to make thoughts as objective as possible unless it’s under stress in the Zodiac. Our thoughts are transfered to the external world after being processed internally.


In Astrology, Venus represents love (disregarding moral and obligations) and the material world, values, and the pleasure we take in life. It sounds like it’s all about the pleasure mechanism embedded in our brain as mentioned above. However, Venus also represents our artistic inclinations which is a function of the right brain Note: maybe right-left brain theory is no more valid.
Love is a state of extasy and illusion because of the high levels of dopamine released by our brains’reward system. When we are engaged in romantic love, the neural machinery responsible for making critical assessments of other people shuts down. The neural pathway responsible for negative emotions, such as fear and social judgment are deactivated.
Diplomacy, harmony and compassion are also the qualities represented by Venus.

The parietal lobe is known to be the area of the brain whose main functions are cognition, information processing, touch sensation (pain, temperature,etc), understanding spatial orientation, movement coordination, distinguishing between two points, even without visual input, Visuospatial navigation and reasoning, speech, visual perception, reading and writing, mathematical computation. It has been discovered that people with injuries to the right frontal lobe has difficulties understanding spatial orientation and navigation. A recenty study shows that people with such impairment feel close to a higher power and their lives were part of a divine plan. They have an increased feeling of closeness to a higher power.
To distinguish between two points, we need to know where exactly they are. What makes is easier for us is that each object has their limits and they don’t extend eternally in the space. It would be impossible to do that if the exact location of two points were not defined. Visual perception also wouldn’t be possible if the objects didn’t have certain shapes. I think that there is a connection between the mechanism that helps us to coordinate our movement in space. We can do it easily because we know the exact location and limits of objects. And then it sounds natural that people with impairment to this specific region of the brain don’t feel like there are limits in a spiritual state of mind, oscillating in the infinite. All this reminds us of the planet Jupiter in Astrology. Jupiter in Astrology is the god of the gods, representing expansion, abundance and prosperity, optimism, good fortune and luck, the opposite of what Saturn represents. Saturn reminds us of our boundaries, our responsibilities, and our commitments. It brings definition to our lives. Saturn makes us aware of the need for self-control and of boundaries and our limits.
It seems interesting to me what was discovered in Einstein's brain after his death. Scientist found out that the two hemispheres of the parietal lobe were sensibly asymmetrical. His parietal lobe was 15% bigger than average and one of the hemispheres had an unusual shape.
His right parietal lobe which came out to be unusual might have helped him to have a different understanding of the space-time.
As we know, he didn't believe in God. So, it might be that his extraordinary right parietal lobe was the reason.
As seen, human brain is inclined to attribute to each object a specific place at a specific time probably because of our need for immediate reaction to external events. However, unlike in classical physics, quantum particles can be in many places at the same time, and they don’t behave like traditional waves. There is no way to determine where exactly a quantum object is located and where it is going at the same time. This is called the uncertainty principle, which is well-defined mathematically.





Dünya'nın Yaratılışıyla İlgili Hikayeler

Giriş Tarih sisli bir sabahın içinde yürür gibi adım adım açılır gözümüzde. Ve belki de gördüğümüzün yarısı gerçek yarısı rüya. Yarısı ...