18 Mayıs 2020 Pazartesi

Dünya'nın Yaratılışıyla İlgili Hikayeler

Giriş
Tarih sisli bir sabahın içinde yürür gibi adım adım açılır gözümüzde. Ve belki de gördüğümüzün yarısı gerçek yarısı rüya. Yarısı gerçekten olanlar, yarısı da olmayı beklediklerimiz. Sadece bir kayaya çarparsak onun gerçekliğine inanıyoruz.
Burada amacım her olayı birer birer detaylı olarak açıklamak değil de çarpıcı gerçekleri, ortak noktaları, kolektif bilincin ortaya çıkardığı ortak hikayeleri yakalamak.
Dünya’nın ve Evren’in oluşumuyla ilgili gidebildiğimiz kadar geriye giderek, bakış açılarını inceleyeğiz. Çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerin bu anlamda yaratılışı nasıl gördüklerine ayna tutacağız.

SÜMERLER
Teker teker önemli medeniyetlerin inançlarını ele alacağız. Sümerlerle başlayalım.
Mezopotamya’nın en eski medeniyeti olarak kabul edilen Sümerler MÖ 4500-1900 yılları arasında var olmuştur. Zengin su kaynakları arasında, verimli topraklarda zengin bir kültür ve medeniyet gelişmiştir.

Sümer dininde öldükten sonra ölüler diyarına gidilir. Burada kişi bir hayalet ya da gölge gibi yaşamaya devam eder. Bu yüzden mezarlardan kişilere su ve yemek verilmeye devam edilmektedir. Bu inançlar günümüzde de devam etmektedir.
-Sümer Coğrafyası-

Sümerlerin ilk alfabeyi buldukları söylenmektedir. Bölge çok verimliydi ve üretilen tüm ürün tüketilmiyordu. Bu yüzden buğday stokunun kaydının tutulması için alfabe geliştirilmiştir.

MÖ 1800 yılında Babilliler tarafından yazılan Gılgamış Destanı’nda Uruk Kralı Gılgamış’ın başından geçenler anlatılmaktadır. İncil ve Kuran’da geçen Nuh Tufanı’na çok benzer bir tufan hikayesi de yer almaktadır. Gılgamış ve Ölüler Diyarı yazısının açılışında, Tanrıların Dünya ve Gök ayrılmadan önce var oldukları söylenmektedir. İnsanoğlu var olmadan önce yer ve gök birleşiktir. Tanrılar yer, gök ve ölüler diyarını bölüşür ve bu dünyaları ayırırlar.
Hoe’nin şarkısı adındaki Sümer şiirinde tanrı Enlil, gökleri ve yeri ayıran ve insanoğlunu yaratan Tanrıça olarak belirtilmiştir. İnsanoğlunun Tanrılara hizmet etmek için yaratıldığı olgusu Mezopotamya’da hakimdir. Aynı olguya İslam dininde de rastlanmaktadır.
Sümerlilere göre önce deniz vardı. Önce deniz tanrısı Nammu (deniz), gökyüzü (An) ve yeryüzü (Ki) nü doğurdu. Sonra yeryüzü ve gökyüzü birbiriyle çiftleştiler ve Enlil’i, rüzgar, yağmur ve fırtına tanrısını doğurdular. Enlil yeryüzüyle gökyüzünü birbirinden ayırdı ve kendisi yeryüzü tanrısı oldu. Sümerliler gökyüzünü birçok kubbelerden oluşan, dümdüz olan dünyayı saran, yıldızlara ev sahipliği yapan yapılar olarak görüyorlardı.

Yahudilerin atalarıyla Sümerlerin bağlantılı oldukları düşünülüyor. Bu yüzden buradan Yahudi inancında yaratılışa geçelim. Bu ikisi arasındaki bağlantının kaynağına inmemiz önemli çünkü buradaki bağlantılar Hristiyanlık ve İslam'a da temel oluşturuyor. 
Yahudiler’in Exodus (kutsal kitap) esin kaynağının Sümerlerin devamında gelen Babil Kralı tarafından yazılan Hammurabi Kanunları olduğu düşünülmektedir.

Hammurabi Kanunları MÖ 1754 yılı civarında yazılmış eşsiz bir eserdir. Miras, boşanma, sözleşme, maaş ve diğer birçok konuyla ilgili hükümler içermektedir. Kanunların günümüz kanunlarına göre sertliği dikkat çekmektedir. “Göze göz, dişe diş” prensibi hakimdir. Cezalar ağır ve acımasızdır. Modern hukuk’un vazgeçilmezi olan “suçlu, suçu ispat edilene kadar masumdur” prensibinin kökeni bu kanunlardır. Hammurabi bu kanunları güneş tanrısı “Shamash” dan aldığını söylemiştir. Mesela bu kanunlara göre hırsızlık yapanın cezası ölümdür.

Diğer yandan Yahudilerin tarihine de hızlıca bir göz atalım. Yahudilerin Mısır’dan sürülmesini anlatan Exodus kitabının MÖ 900-750 yıllarında yazıldığı düşünülmektedir.
Yaratılış Kitabı’na göre İsrail halkı Mısır’a, firavunun yanında yüksek rütbeli bir memur olarak çalışan Yusuf’un yanına gelmiştir. Yusuf ölür ve İsrail Halkı’nın gücünden ve örgütlenmesinden korkan yeni firavun onları köleleştirir. Firavun yeni doğan ve İsrail halkından olan tüm erkek çocuklarının öldürülmesi emrini verir. Ancak kaderin cilvesi, bir tane erkek çocuğu Nil Nehri’nde sepet içinde Firavun’un kız kardeşi tarafından bulunur. Adı Musa konulur. Musa Horeb dağına gider ve Tanrı Yahweh’le konuşur. Tanrı ona köleleri alıp vaat edilen topraklara götürmesini söyler. Daha sonra mucizeler gerçekleşir ve Mısır’ı terk ederler. Musa’ya Sina Dağı’nda On Emir Tanrı Yahweh tarafından verilir. Bu olayların MÖ 1200’lü yıllarda olduğu düşünülmektedir.

 Yahudilerin atası olarak bilinen İbrahim Peygamberin, zamanında bir Sümer kenti olan Ur’da yaşadığı tahmin edilmektedir. Eski Ahit’ göre Nuh Tufanıyla bilinen Nuh Peygamber’in soyundan gelen Terah, İbrahim’in babasıdır. Terah bir koyun çobanıdır ve aile göçebedir. İbrahim Sümer topraklarını terk ettikten sonra Türkiye’deki Harran’da bir süre yaşar. 75 yaşına geldiğinde Tanrı ona Kenan Ülkesi’ne gitmesini söyler ve o da karısı ve yeğeni Lot’la oraya giderler. Yaratılış Kitabı’na göre İbrahim, Tanrı ona söylediği için Sümer topraklarını terk edip Kenan Ülkesi’ne doğru yola çıkmıştır. Bazı iddialar İncil’de geçen Ur Şehrinin Sümer topraklarında olmadığını, göçebe çobanların bu kadar uzağa gidemeyeceğini, bu yüzden de Harran Şehrine yakın bir yerde olduğunu iddia etmektedirler. İbrahim’in MÖ 2000 yıllarında yaşadığı tahmin edilse de bu bilgiler kesin değildir, çünkü hikayeye ait kayıtlar MÖ 500 lerde tutulmuştur. İbrahim, tek tanrılı dinlerin temellerini atmıştır. 

                                                        -Hz. İbrahim'in yolculuğu-

Şimdi asıl konuya gelelim. Yahudiler Dünya’nın yaratılışını nasıl açıklamışlardır.
Yaratılış Kitabı’nda iki tane hikaye bulunur. İlk hikayede Tanrı Elohim, Dünya ve Gökyüzünü altı günde yaratır ve sonra dinlenmeye çekilir.
-          Tanrı ışığı yaratır (zaman olarak da düşünülüyor)
-          Gök kubbe, yıldızlar gök kubbeye yerleştirilir
-          Yuvarlak bir kıtanın etrafına bir okyanus halkası konulur. Tanrı ağaç ya da bitki yaratmaz, dünyaya onları yapması için emir verir.
-          Tanrı gök kubbeye gündüz ve gece olması için ışıklar koyar, bunlar güneş ve aydır.
-          Canlıları yaratır.
-          İlk kadın ve erkeği yaratır.
-          Sonra dinlenmeye geçer.

Görüldüğü üzere Sümerlerin inancına benzer bir inanca sahiptiler. Sümerlerden farklı olarak Yahudiler tek bir gök kubbe olduğuna inanmışlardır.

Eski Ahit Yaratılış Kitabı’na göre başlangıçta Tanrı gökleri ve yerleri yaratmıştır. O zaman dünya şekilsiz ve boştu, “abyss” ya da derinliğin yüzeyinin üzerinde karanlık hakimde ve Tanrı’nın ruhu suların üzerinde geziniyordu. Sonra Tanrı, “ışık olsun” dedi ve ışığı karanlıktan ayırdı. Gece ve gündüz oluştu ve Dünyanın ilk günü. İncil’e göre:
Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.


Yaratılış Kitabında dikkat çekici durum şudur. Tanrı gökleri ve yerleri yarattı ancak şekilsiz ve boş olan nedense Dünya olarak verilmiştir. Yani bu boşluk ve yokluk durumu sanki Uzay için geçerli değil.

                                                -Yahudilere göre Dünya ve Gökkubbe-

MISIR
Antik Mısır Medeniyeti’nin ilk firavunla MÖ 3100 yıllarında başladığı düşünülmektedir. MÖ 2780-2250 yıllarındaki Piramit yazıtları, duvar yazıları ve figürler bize Antik Mısırlıların Dünya’nın yaratılışıyla ilgili düşüncelerini vermektedir. Bilindiği üzere Mısırlılar birçok tanrıya tapmışlardır. Matematik ve Geometri alanlarında çok ilerledikleri kesindir. Yaptıkları heykeller ve yapılarda mükemmel bir geometrik uyum aramışlar ve meydana getirmişlerdir.

Mısırlılara göre insandan önce hayatın kaynağı okyanusu kucaklayan bir karanlık hakimdi. Bu sonsuz ve yönsüz sulara “Nun” deniliyordu. Sekiz tanrı bu okyanusu simgeliyordu. Dört erkek, dört dişi tanrının her çifti, gizlilik ve görünürlük, sonsuz su, başıboşluk ve yönsüzlük ve karanlık ve ışıksızlık imgelerinden birini simgeliyorlardı. Bu versiyonda bu tanrıların her biri yaratıcı Tanrılar olarak düşünülebilir. “Nun” ayrıca kaotik bir karanlık olarak da tarif ediliyordu.
                                                                         -Nun- 

HİNDUİZM
Şimdi kendimiz bir başka coğrafyaya atarak yolculuğumuza devam edelim.
Hinduizm’in en eski kitabı olan Rig Veda’nın MÖ 1700-1100 yıllarında yazıldığı düşünülmektedir.
Rig Veda’da şöyle denir: “her şeyin en başında, ne olmak ne de olmamak vardı, ne hava ne gökyüzü, orada ne vardı? Kim ya da ne izledi? Orada karanlık, ışık, hayat ve ölüm yokken ne vardı? Sadece diyebiliriz ki O vardı, ısısını üfledi ve Arzu, Şehvet ve Ruhun özü oldu”
Hinduizm’in bakış açısı semavi dinlerinkinden farklıdır. Tek bir başlangıç, kesin bir son düşünülemez. Dünya sürekli yaratılış ve yok ediliş döngülerinden oluşmaktadır. Bu yüzden Hinduizm’e göre başlangıç bu döngüdeki bir aşamanın adı olabilir.
Tantras’a göre önce madde, Tanrıça formunda geldi. Sonra akıl, üç erkek formu (Brahma, Vishnu, Shiva) alarak geldi.
Nasadiya Sukta der ki “Tanrılar bile yaratılış gününden sonra geldi. O yüzden kim bilebilir? Belki o yukarıdaki bilir, ya da O bile bilmez”
Birçok Hint kökenli inançta olduğu gibi Dünya’nın bir yumurtadan geldiğine inanılmaktadır. Hiranyagarbha adlı bu yumurta, Bhagavata Purana’ya göre tanrıça Vishnu’nun avatarıdır. Matsya Purana’ya göre başlangıçta hiçbir şey yoktu ve sadece karanlık vardı. Her şey uyku halindeydi. Hiçbir şey yoktu, ne hareket eden ne duran. Sonra Svayambhu ilk suları yarattı ve içine yaratılış tohumunu koydu. O tohum altın embriyo/dölyatağı/yumurta dönüştü ve Svayambhu onun içine girdi. Buna benzer birçok farklı versiyon var ve kafa karıştırıcı ama önemli olan kısımlara odaklanalım.
Birçok Hint hikayesinde, Tanrı’dan haber alarak büyük bir selden kurtulan Manu’dan bahsedilmekte insanlığın bu selden kurtulan Manu’dan gelmekte olduğu düşünülmektedir. Bu hikaye İncil ve Kuran’daki Nuh Tufanı hikayesine benzerdir.



                                                                 -Hiranyagarbha 

Sonra insanların ve tanrıların yaratıcısı Atum, yaşamın nefesi hazır olduğunda yaratılışı başlatır. Bu kaostan çıkan Atum ilkel bir tepede (ben-ben) çocukları olan iki tanrıya hayat verir. Bunlar Shu (kuruluk ve hava tanrısı) ve Tefnut (rutubet tanrısı) dır. Bundan sonra düzen gelir ve Dünya’nın inşasına başlarlar. Babaları Ra’yı bu tepede bırakırlar. Ancak babaları onları özler ve gözyaşlarını akıtır. Bu gözyaşlarından insan meydana gelir.
Atum yaşamı içinde barındıran kaos ve sonsuzluğun içinden geliyor gibi anlayabiliriz. Ra güneş tanrısı olduğundan güneşin gücüyle hayatın geldiği de simgesel olarak anlatılıyor. Mısırlılara göre hiçbir şey yokken Ra vardı. Güneş tanrısı, evreni dolduran “Nun” un içindeydi. Sonra yarattığı varlığın efendisi oldu.
Bütün mısır mitleri aynı tema etrafında toplanıyor. “Nun” adı verilen cansız sular. Ayrıca “Ben-ben” dı verilen piramit şekilli tepe ya da tümsek. Önce sulardan bu tepe çıkmış deniyor. Bazı kaynaklar bu hikayeyi Nil Nehri’nin taşıp geri çekilme döngüsüyle ilişkilendirmektedir. Geri çekildiğinde oluşan tepelere “Ben-ben” demiş olabilirler. Astronomide ilerlemiş olan mısırlıların Güneş ve Ay’ın hareketlerine bakarak da yorumlar yapıp mitler geliştirmiş olmaları da mümkün. 

Hinduizm’in kökeninde üç tanrı öne çıkar: Brahma, Vishnu ve Shiva. Bazı Hint yazıtlarında Brahma Hiranyagarbha (altın yumurta) ya da Purusha’yla bir tutulmaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi Rig Veda daha agnostik bir bakış açısına sahipken daha sonra gelen kaynaklar daha belirli sınırlar çizmiştir. Bu tanrılar Dünya’nın yaratılması ve yok edilmesi döngüsünden sorumludurlar.
Bir yaratılış hikayesine göre Ganga adındaki nehir göklerde akıyordu ve tanrı Brahma tarafından tutuluyordu. Bir gün Brahma bu nehri Dünya’ya gönderdi ve Shiva onu saçından Dünya’ya indirdi. Hindular bu nehirde yıkanılarak ölüm-yaşam döngüsünde hapsolmaktan kurtulunacağına inanmaktadırlar.

İSLAM
Müslümanlar yaratılışa nasıl bakıyorlardı? Allah gönderdiği kitapta nasıl bir yaratılıştan bahsetti? Bu sorulara yanıt arayalım. Kuran’da bununla ilgili bazı önemli ayetler var ve İslam’ın bakış açısıyla ilgili bir anlayış oluşturabiliriz. Kuran 609-632 yılları arasında tamamlanmıştır.
Bakara Suresinde der ki “Allah bir maddeyi yaratmak için sadece “ol” der ve o olur.” Yani Allah’ın tek bir isteğiyle her şey meydana gelir.
Kurana göre gök yedi kattan oluşur. Tanrı yerleri ve gökleri altı günde yaratmış, sonra göğe yükselmiş, gündüzü geceyle örtmüştür. Ancak Kuran’daki bir günün Dünya’da 50,000 yıla eşit olduğu başka bir surede belirtilmektedir. Hıristiyanlıktan farklı olarak Allah Dünya’yı yarattıktan sonra dinlenmeye çekilmemiştir.
Ayın ve yıldızların hakimidir. İslam’a göre tek yaratıcı Allah’tır. Allah güneşi ışık kaynağı, Ayı ise bir “nur” yapmıştır, yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilmek için Ay döngülerini yaratmıştır.
Kuran’a göre gökle yer bitişikti ve Allah onları ayırdı. her şeyi sudan meydana getirdi.
Fussilet Suresi 11. ayette şöyle denmektedir:
Sonra, duman (gaz bulutları) halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yerküreye dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek (meydana) gelin." İkisi de: "İsteyerek (itaat ederek) geldik" dediler.
Burada şu anda modern bilim tarafından savunulan, güneş sisteminin bir gaz bulutundan meydana geldiği teziyle bir paralellik düşünülebilir mi?

Ayrıca Kuran’da evrenin genişlemesiyle benzer olarak göğün genişlediği geçmektedir.


Antik Yunan
Yunan Mitolojisindeki yazılı kaynaklar çok eskiye gitmiyor. Daha önce sözlü anlatımlar olduğundan çok eski tarihteki bakış açıları kaybolmuş olabilir.
Antik Yunan Mitolojisi’nde MÖ 750-650 yıllarında yaşanıldığı düşünülen Hesiod’a göre her şey Kaos’la başladı. Kaos, sınırsız bir hiçlikti,. Yunancada kaos dipsiz, sonsuz boşluk, uzay, demektir.
Yunanca’da “χάσκω (chasko)” açmak, ağzını açmak, esnemek anlamında bir fiildir.
Hesiod bu kelimeye kozmosun bütün bileşenlerini doğuran “boş açıklık” anlamı vermiş olabilir. Yunanca’da kozmos yani evren “düzen” demektir. Yani sınırları olan ve diğerinden farkı görülebilen tüm maddelerdir.
Belki de göğün ağzı birden açıldı ve sonsuz boşluktan, düzensiz duran madde evrende düzen içerisinde dağıldı!

İncil’de geçen “abyss” akıl ermez derinlikte ve sınırsız demektir. Yunanca “βυσσος” kelimesinden gelir. Burada sonsuz uzay ya da başlangıçtaki derin denizler ima edilmiş olabilir. Bu kelime de İbranicedeki “tehom” kelimesinin çevirisidir. Derin anlamına gelen “Tehom” yaratılıştaki derin suları işaret eder. Eski Sümerlerde Tiamat tuzlu denizlerin tanrıçasıdır. Bu tanrıça yaratılışın simgesi olarak kabul edilir. Tuzlu su ve tatlı suyun birleşmesiyle Dünyayı yaratmıştır.

Hesiod’un eserlerindeki “Kaos” kelimesi “Yer ve Gök başlangıçtaki birliklerinden ayrıldıklarında oluşan boşluk ya da “Dünya’nın altındaki, üzerine oturduğu boşluk” olarak yorumlanabilir. Belki de Hesiod bunu sonradan Dünya’nın altında bir yer olarak değiştirdi.

Sonradan anlatılan Uranüs ve Gaia’nın dünyayı yarattığı teorisine göre Kaos, bunların arasındaki boşluk da olabilir.
                                                     -Antik Yunanlılara göre Dünya Modeli-

Neden yer ve göğün ayrılmasına bu kadar takıldıkları gerçekten insanın ilgisini çekiyor. Bu bakış açısı Yahudilerde, Hıristiyanlarda ve Müslümanlarda da var.
Işık olarak Gaia (Dünya, toprak) ve diğer ilahi güçler ortaya çıktı. Bir erkek olmadan Gaia, Uranüs’e yani gökyüzüne hayat verdi. Sonra hayat verdiği gökyüzü onu dölledi.
Eski Yunanlılar’a göre Dünya ayaklarımızın altında Tartarus’a (Cehennem çukuru) kadar uzanıyordu.
Yunanlılar bu Kaos kelimesinin tanımının yapılması üzerine oldukça kafa yormuşlar ve zamanla anlamını değiştirmişlerdir.
Antik Yunan bakış açısına göre Dünya'nın oluşumu Evrenin oluşumuyla bağlantılı gibi duruyor. O zamanlarda bile maddenin atomdan oluştuğu fikri vardı. Bu yüzden modern bilimin açıkladığı şekilde bir yaratılışa benzer düşünceler gelişmiş gibi görünüyor.

Sonuç
Farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda yaşayan insanların Dünya’nın fiziksel yaratılışı hakkındaki görüşlerinde birçok şaşırtıcı benzerlikler var. Medeniyetlerin de genelde nehirler ve denizler etrafında kurulup gelişmesi de dikkate alınması gereken bir konu. Yaratılışla ilgili inanışlarda yaşanılan coğrafyayla da bağlantılar var gibi gözüküyor. Ancak bizden uzun yıllar önce yaşamalarına rağmen eşsiz eserler ortaya koyan ve bilim ve sanatta ileri giden bu uygarlıkların bilgi birikimlerini küçümsemek bir hata olur. Bu yüzden inançlarını tek bir nedene bağlama cehaletine düşmek istemiyorum. Bu arada, yazının devamında farklı medeniyetlerden de bahsedeceğim. 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünya'nın Yaratılışıyla İlgili Hikayeler

Giriş Tarih sisli bir sabahın içinde yürür gibi adım adım açılır gözümüzde. Ve belki de gördüğümüzün yarısı gerçek yarısı rüya. Yarısı ...