Giriş
Tarih sisli bir sabahın içinde yürür
gibi adım adım açılır gözümüzde. Ve belki de gördüğümüzün yarısı gerçek yarısı
rüya. Yarısı gerçekten olanlar, yarısı da olmayı beklediklerimiz. Sadece bir
kayaya çarparsak onun gerçekliğine inanıyoruz.
Burada amacım her olayı birer birer
detaylı olarak açıklamak değil de çarpıcı gerçekleri, ortak noktaları, kolektif
bilincin ortaya çıkardığı ortak hikayeleri yakalamak.
Dünya’nın ve Evren’in oluşumuyla ilgili
gidebildiğimiz kadar geriye giderek, bakış açılarını inceleyeğiz. Çok tanrılı
ve tek tanrılı dinlerin bu anlamda yaratılışı nasıl gördüklerine ayna tutacağız.
SÜMERLER
Teker
teker önemli medeniyetlerin inançlarını ele alacağız. Sümerlerle başlayalım.
Mezopotamya’nın en eski medeniyeti
olarak kabul edilen Sümerler MÖ 4500-1900 yılları arasında var olmuştur. Zengin
su kaynakları arasında, verimli topraklarda zengin bir kültür ve medeniyet
gelişmiştir.
Sümer dininde öldükten sonra ölüler
diyarına gidilir. Burada kişi bir hayalet ya da gölge gibi yaşamaya devam eder.
Bu yüzden mezarlardan kişilere su ve yemek verilmeye devam edilmektedir. Bu
inançlar günümüzde de devam etmektedir.
-Sümer Coğrafyası-
Sümerlerin ilk alfabeyi buldukları
söylenmektedir. Bölge çok verimliydi ve üretilen tüm ürün tüketilmiyordu. Bu
yüzden buğday stokunun kaydının tutulması için alfabe geliştirilmiştir.
MÖ 1800 yılında Babilliler tarafından
yazılan Gılgamış Destanı’nda Uruk Kralı Gılgamış’ın başından geçenler
anlatılmaktadır. İncil ve Kuran’da geçen Nuh Tufanı’na çok benzer bir tufan
hikayesi de yer almaktadır. Gılgamış ve Ölüler Diyarı yazısının açılışında,
Tanrıların Dünya ve Gök ayrılmadan önce var oldukları söylenmektedir. İnsanoğlu
var olmadan önce yer ve gök birleşiktir. Tanrılar yer, gök ve ölüler diyarını
bölüşür ve bu dünyaları ayırırlar.
Hoe’nin şarkısı adındaki Sümer şiirinde
tanrı Enlil, gökleri ve yeri ayıran ve insanoğlunu yaratan Tanrıça olarak
belirtilmiştir. İnsanoğlunun Tanrılara hizmet etmek için yaratıldığı olgusu
Mezopotamya’da hakimdir. Aynı olguya İslam dininde de rastlanmaktadır.
Sümerlilere göre önce deniz vardı. Önce
deniz tanrısı Nammu (deniz), gökyüzü (An) ve yeryüzü (Ki) nü doğurdu. Sonra
yeryüzü ve gökyüzü birbiriyle çiftleştiler ve Enlil’i, rüzgar, yağmur ve
fırtına tanrısını doğurdular. Enlil yeryüzüyle gökyüzünü birbirinden ayırdı ve
kendisi yeryüzü tanrısı oldu. Sümerliler gökyüzünü birçok kubbelerden
oluşan, dümdüz olan dünyayı saran, yıldızlara ev sahipliği yapan yapılar olarak
görüyorlardı.
Yahudilerin atalarıyla Sümerlerin
bağlantılı oldukları düşünülüyor. Bu yüzden buradan Yahudi inancında yaratılışa
geçelim. Bu ikisi arasındaki bağlantının kaynağına inmemiz önemli çünkü
buradaki bağlantılar Hristiyanlık ve İslam'a da temel oluşturuyor.
Yahudiler’in Exodus (kutsal kitap) esin
kaynağının Sümerlerin devamında gelen Babil Kralı tarafından yazılan Hammurabi
Kanunları olduğu düşünülmektedir.
Hammurabi Kanunları MÖ 1754 yılı
civarında yazılmış eşsiz bir eserdir. Miras, boşanma, sözleşme, maaş ve diğer
birçok konuyla ilgili hükümler içermektedir. Kanunların günümüz kanunlarına
göre sertliği dikkat çekmektedir. “Göze göz, dişe diş” prensibi hakimdir.
Cezalar ağır ve acımasızdır. Modern hukuk’un vazgeçilmezi olan “suçlu, suçu
ispat edilene kadar masumdur” prensibinin kökeni bu kanunlardır. Hammurabi bu
kanunları güneş tanrısı “Shamash” dan aldığını söylemiştir. Mesela bu kanunlara
göre hırsızlık yapanın cezası ölümdür.
Diğer yandan Yahudilerin tarihine de
hızlıca bir göz atalım. Yahudilerin Mısır’dan sürülmesini anlatan Exodus
kitabının MÖ 900-750 yıllarında yazıldığı düşünülmektedir.
Yaratılış
Kitabı’na göre İsrail halkı Mısır’a, firavunun yanında yüksek rütbeli bir memur
olarak çalışan Yusuf’un yanına gelmiştir. Yusuf ölür ve İsrail Halkı’nın
gücünden ve örgütlenmesinden korkan yeni firavun onları köleleştirir. Firavun
yeni doğan ve İsrail halkından olan tüm erkek çocuklarının öldürülmesi emrini
verir. Ancak kaderin cilvesi, bir tane erkek çocuğu Nil Nehri’nde sepet içinde
Firavun’un kız kardeşi tarafından bulunur. Adı Musa konulur. Musa Horeb dağına
gider ve Tanrı Yahweh’le konuşur. Tanrı ona köleleri alıp vaat edilen
topraklara götürmesini söyler. Daha sonra mucizeler gerçekleşir ve Mısır’ı terk
ederler. Musa’ya Sina Dağı’nda On Emir Tanrı Yahweh tarafından verilir. Bu
olayların MÖ 1200’lü yıllarda olduğu düşünülmektedir.
Yahudilerin atası olarak bilinen
İbrahim Peygamberin, zamanında bir Sümer kenti olan Ur’da yaşadığı tahmin
edilmektedir. Eski Ahit’ göre Nuh Tufanıyla bilinen Nuh Peygamber’in soyundan
gelen Terah, İbrahim’in babasıdır. Terah bir koyun çobanıdır ve aile göçebedir.
İbrahim Sümer topraklarını terk ettikten sonra Türkiye’deki Harran’da bir süre
yaşar. 75 yaşına geldiğinde Tanrı ona Kenan Ülkesi’ne gitmesini söyler ve o da
karısı ve yeğeni Lot’la oraya giderler. Yaratılış Kitabı’na göre İbrahim, Tanrı
ona söylediği için Sümer topraklarını terk edip Kenan Ülkesi’ne doğru yola
çıkmıştır. Bazı iddialar İncil’de geçen Ur Şehrinin Sümer topraklarında
olmadığını, göçebe çobanların bu kadar uzağa gidemeyeceğini, bu yüzden de
Harran Şehrine yakın bir yerde olduğunu iddia etmektedirler. İbrahim’in MÖ 2000
yıllarında yaşadığı tahmin edilse de bu bilgiler kesin değildir, çünkü hikayeye
ait kayıtlar MÖ 500 lerde tutulmuştur. İbrahim, tek tanrılı dinlerin
temellerini atmıştır.
-Hz. İbrahim'in yolculuğu-
Şimdi asıl konuya gelelim. Yahudiler
Dünya’nın yaratılışını nasıl açıklamışlardır.
Yaratılış Kitabı’nda iki tane hikaye
bulunur. İlk hikayede Tanrı Elohim, Dünya ve Gökyüzünü altı günde yaratır ve
sonra dinlenmeye çekilir.
- Tanrı ışığı
yaratır (zaman olarak da düşünülüyor)
- Gök kubbe,
yıldızlar gök kubbeye yerleştirilir
- Yuvarlak bir
kıtanın etrafına bir okyanus halkası konulur. Tanrı ağaç ya da bitki yaratmaz,
dünyaya onları yapması için emir verir.
- Tanrı gök
kubbeye gündüz ve gece olması için ışıklar koyar, bunlar güneş ve aydır.
- Canlıları
yaratır.
- İlk kadın ve
erkeği yaratır.
- Sonra
dinlenmeye geçer.
Görüldüğü üzere Sümerlerin inancına
benzer bir inanca sahiptiler. Sümerlerden farklı olarak Yahudiler tek bir gök
kubbe olduğuna inanmışlardır.
Eski Ahit Yaratılış Kitabı’na göre
başlangıçta Tanrı gökleri ve yerleri yaratmıştır. O zaman dünya şekilsiz ve
boştu, “abyss” ya da derinliğin yüzeyinin üzerinde karanlık hakimde ve
Tanrı’nın ruhu suların üzerinde geziniyordu. Sonra Tanrı, “ışık olsun” dedi ve
ışığı karanlıktan ayırdı. Gece ve gündüz oluştu ve Dünyanın ilk günü. İncil’e
göre:
Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe
olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök
kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan
ayırdı. Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün
oluştu.
Yaratılış Kitabında dikkat çekici durum şudur. Tanrı gökleri ve yerleri yarattı ancak şekilsiz ve boş olan nedense Dünya olarak verilmiştir. Yani bu boşluk ve yokluk durumu sanki Uzay için geçerli değil.
-Yahudilere göre Dünya ve Gökkubbe-
MISIR
Antik Mısır Medeniyeti’nin ilk
firavunla MÖ 3100 yıllarında başladığı düşünülmektedir. MÖ 2780-2250
yıllarındaki Piramit yazıtları, duvar yazıları ve figürler bize Antik
Mısırlıların Dünya’nın yaratılışıyla ilgili düşüncelerini vermektedir.
Bilindiği üzere Mısırlılar birçok tanrıya tapmışlardır. Matematik ve Geometri
alanlarında çok ilerledikleri kesindir. Yaptıkları heykeller ve yapılarda
mükemmel bir geometrik uyum aramışlar ve meydana getirmişlerdir.
Mısırlılara göre insandan önce hayatın
kaynağı okyanusu kucaklayan bir karanlık hakimdi. Bu sonsuz ve yönsüz sulara
“Nun” deniliyordu. Sekiz tanrı bu okyanusu simgeliyordu. Dört erkek, dört dişi
tanrının her çifti, gizlilik ve görünürlük, sonsuz su, başıboşluk ve yönsüzlük
ve karanlık ve ışıksızlık imgelerinden birini simgeliyorlardı. Bu versiyonda bu
tanrıların her biri yaratıcı Tanrılar olarak düşünülebilir. “Nun” ayrıca kaotik
bir karanlık olarak da tarif ediliyordu.
-Nun-
HİNDUİZM
Şimdi kendimiz bir başka coğrafyaya
atarak yolculuğumuza devam edelim.
Hinduizm’in en eski kitabı olan Rig
Veda’nın MÖ 1700-1100 yıllarında yazıldığı düşünülmektedir.
Rig Veda’da şöyle denir: “her şeyin en
başında, ne olmak ne de olmamak vardı, ne hava ne gökyüzü, orada ne vardı? Kim
ya da ne izledi? Orada karanlık, ışık, hayat ve ölüm yokken ne vardı? Sadece
diyebiliriz ki O vardı, ısısını üfledi ve Arzu, Şehvet ve Ruhun özü oldu”
Hinduizm’in bakış açısı semavi
dinlerinkinden farklıdır. Tek bir başlangıç, kesin bir son düşünülemez. Dünya
sürekli yaratılış ve yok ediliş döngülerinden oluşmaktadır. Bu yüzden
Hinduizm’e göre başlangıç bu döngüdeki bir aşamanın adı olabilir.
Tantras’a göre önce madde, Tanrıça
formunda geldi. Sonra akıl, üç erkek formu (Brahma, Vishnu, Shiva) alarak geldi.
Nasadiya Sukta der ki “Tanrılar bile
yaratılış gününden sonra geldi. O yüzden kim bilebilir? Belki o yukarıdaki
bilir, ya da O bile bilmez”
Birçok Hint kökenli inançta olduğu gibi
Dünya’nın bir yumurtadan geldiğine inanılmaktadır. Hiranyagarbha adlı bu
yumurta, Bhagavata Purana’ya göre tanrıça Vishnu’nun avatarıdır. Matsya
Purana’ya göre başlangıçta hiçbir şey yoktu ve sadece karanlık vardı. Her şey
uyku halindeydi. Hiçbir şey yoktu, ne hareket eden ne duran. Sonra Svayambhu
ilk suları yarattı ve içine yaratılış tohumunu koydu. O tohum altın
embriyo/dölyatağı/yumurta dönüştü ve Svayambhu onun içine girdi. Buna benzer
birçok farklı versiyon var ve kafa karıştırıcı ama önemli olan kısımlara
odaklanalım.
Birçok Hint hikayesinde, Tanrı’dan
haber alarak büyük bir selden kurtulan Manu’dan bahsedilmekte insanlığın bu
selden kurtulan Manu’dan gelmekte olduğu düşünülmektedir. Bu hikaye İncil ve
Kuran’daki Nuh Tufanı hikayesine benzerdir.
-Hiranyagarbha -
Sonra insanların ve tanrıların
yaratıcısı Atum, yaşamın nefesi hazır olduğunda yaratılışı başlatır. Bu kaostan
çıkan Atum ilkel bir tepede (ben-ben) çocukları olan iki tanrıya hayat verir.
Bunlar Shu (kuruluk ve hava tanrısı) ve Tefnut (rutubet tanrısı) dır. Bundan
sonra düzen gelir ve Dünya’nın inşasına başlarlar. Babaları Ra’yı bu tepede
bırakırlar. Ancak babaları onları özler ve gözyaşlarını akıtır. Bu gözyaşlarından
insan meydana gelir.
Atum yaşamı içinde barındıran kaos ve
sonsuzluğun içinden geliyor gibi anlayabiliriz. Ra güneş tanrısı olduğundan
güneşin gücüyle hayatın geldiği de simgesel olarak anlatılıyor. Mısırlılara
göre hiçbir şey yokken Ra vardı. Güneş tanrısı, evreni dolduran “Nun” un
içindeydi. Sonra yarattığı varlığın efendisi oldu.
Bütün mısır mitleri aynı tema etrafında
toplanıyor. “Nun” adı verilen cansız sular. Ayrıca “Ben-ben” dı verilen piramit
şekilli tepe ya da tümsek. Önce sulardan bu tepe çıkmış deniyor. Bazı kaynaklar
bu hikayeyi Nil Nehri’nin taşıp geri çekilme döngüsüyle ilişkilendirmektedir.
Geri çekildiğinde oluşan tepelere “Ben-ben” demiş olabilirler. Astronomide
ilerlemiş olan mısırlıların Güneş ve Ay’ın hareketlerine bakarak da yorumlar
yapıp mitler geliştirmiş olmaları da mümkün.
Hinduizm’in kökeninde üç tanrı öne
çıkar: Brahma, Vishnu ve Shiva. Bazı Hint yazıtlarında Brahma Hiranyagarbha
(altın yumurta) ya da Purusha’yla bir tutulmaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi
Rig Veda daha agnostik bir bakış açısına sahipken daha sonra gelen kaynaklar
daha belirli sınırlar çizmiştir. Bu tanrılar Dünya’nın yaratılması ve yok
edilmesi döngüsünden sorumludurlar.
Bir yaratılış hikayesine göre Ganga
adındaki nehir göklerde akıyordu ve tanrı Brahma tarafından tutuluyordu. Bir
gün Brahma bu nehri Dünya’ya gönderdi ve Shiva onu saçından Dünya’ya indirdi.
Hindular bu nehirde yıkanılarak ölüm-yaşam döngüsünde hapsolmaktan
kurtulunacağına inanmaktadırlar.
İSLAM
Müslümanlar yaratılışa nasıl
bakıyorlardı? Allah gönderdiği kitapta nasıl bir yaratılıştan bahsetti? Bu
sorulara yanıt arayalım. Kuran’da bununla ilgili bazı önemli ayetler var ve
İslam’ın bakış açısıyla ilgili bir anlayış oluşturabiliriz. Kuran 609-632
yılları arasında tamamlanmıştır.
Bakara Suresinde der ki “Allah bir
maddeyi yaratmak için sadece “ol” der ve o olur.” Yani Allah’ın tek bir
isteğiyle her şey meydana gelir.
Kurana göre gök yedi kattan oluşur.
Tanrı yerleri ve gökleri altı günde yaratmış, sonra göğe yükselmiş, gündüzü
geceyle örtmüştür. Ancak Kuran’daki bir günün Dünya’da 50,000 yıla eşit olduğu
başka bir surede belirtilmektedir. Hıristiyanlıktan farklı olarak Allah
Dünya’yı yarattıktan sonra dinlenmeye çekilmemiştir.
Ayın ve yıldızların hakimidir. İslam’a
göre tek yaratıcı Allah’tır. Allah güneşi ışık kaynağı, Ayı ise bir “nur” yapmıştır,
yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilmek için Ay döngülerini yaratmıştır.
Kuran’a göre gökle yer bitişikti ve
Allah onları ayırdı. her şeyi sudan meydana getirdi.
Fussilet Suresi 11. ayette şöyle
denmektedir:
Sonra, duman (gaz
bulutları) halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yerküreye dedi ki:
"İsteyerek veya istemeyerek (meydana) gelin." İkisi de:
"İsteyerek (itaat ederek) geldik" dediler.
Burada şu anda modern bilim tarafından
savunulan, güneş sisteminin bir gaz bulutundan meydana geldiği teziyle bir
paralellik düşünülebilir mi?
Ayrıca Kuran’da evrenin genişlemesiyle
benzer olarak göğün genişlediği geçmektedir.
Antik Yunan
Yunan Mitolojisindeki yazılı kaynaklar
çok eskiye gitmiyor. Daha önce sözlü anlatımlar olduğundan çok eski tarihteki
bakış açıları kaybolmuş olabilir.
Antik Yunan Mitolojisi’nde MÖ 750-650
yıllarında yaşanıldığı düşünülen Hesiod’a göre her şey Kaos’la başladı. Kaos,
sınırsız bir hiçlikti,. Yunancada kaos dipsiz, sonsuz boşluk, uzay, demektir.
Yunanca’da “χάσκω (chasko)” açmak,
ağzını açmak, esnemek anlamında bir fiildir.
Hesiod bu kelimeye kozmosun bütün
bileşenlerini doğuran “boş açıklık” anlamı vermiş olabilir. Yunanca’da kozmos
yani evren “düzen” demektir. Yani sınırları olan ve diğerinden farkı
görülebilen tüm maddelerdir.
Belki de göğün ağzı birden açıldı ve
sonsuz boşluktan, düzensiz duran madde evrende düzen içerisinde dağıldı!
İncil’de geçen “abyss” akıl ermez
derinlikte ve sınırsız demektir. Yunanca “ἄβυσσος”
kelimesinden gelir. Burada sonsuz uzay ya da başlangıçtaki derin denizler ima
edilmiş olabilir. Bu kelime de İbranicedeki “tehom” kelimesinin çevirisidir.
Derin anlamına gelen “Tehom” yaratılıştaki derin suları işaret eder. Eski
Sümerlerde Tiamat tuzlu denizlerin tanrıçasıdır. Bu tanrıça yaratılışın simgesi
olarak kabul edilir. Tuzlu su ve tatlı suyun birleşmesiyle Dünyayı yaratmıştır.
Hesiod’un eserlerindeki “Kaos” kelimesi
“Yer ve Gök başlangıçtaki birliklerinden ayrıldıklarında oluşan boşluk ya da
“Dünya’nın altındaki, üzerine oturduğu boşluk” olarak yorumlanabilir. Belki de
Hesiod bunu sonradan Dünya’nın altında bir yer olarak değiştirdi.
Sonradan anlatılan Uranüs ve Gaia’nın
dünyayı yarattığı teorisine göre Kaos, bunların arasındaki boşluk da olabilir.
-Antik Yunanlılara göre Dünya Modeli-
Neden yer ve göğün ayrılmasına bu kadar
takıldıkları gerçekten insanın ilgisini çekiyor. Bu bakış açısı Yahudilerde,
Hıristiyanlarda ve Müslümanlarda da var.
Işık olarak Gaia (Dünya, toprak) ve
diğer ilahi güçler ortaya çıktı. Bir erkek olmadan Gaia, Uranüs’e yani
gökyüzüne hayat verdi. Sonra hayat verdiği gökyüzü onu dölledi.
Eski Yunanlılar’a göre Dünya
ayaklarımızın altında Tartarus’a (Cehennem çukuru) kadar uzanıyordu.
Yunanlılar bu Kaos kelimesinin
tanımının yapılması üzerine oldukça kafa yormuşlar ve zamanla anlamını
değiştirmişlerdir.
Antik Yunan bakış açısına göre
Dünya'nın oluşumu Evrenin oluşumuyla bağlantılı gibi duruyor. O zamanlarda bile
maddenin atomdan oluştuğu fikri vardı. Bu yüzden modern bilimin açıkladığı
şekilde bir yaratılışa benzer düşünceler gelişmiş gibi görünüyor.
Sonuç
Farklı coğrafyalarda ve farklı
zamanlarda yaşayan insanların Dünya’nın fiziksel yaratılışı hakkındaki
görüşlerinde birçok şaşırtıcı benzerlikler var. Medeniyetlerin de genelde
nehirler ve denizler etrafında kurulup gelişmesi de dikkate alınması gereken
bir konu. Yaratılışla ilgili inanışlarda yaşanılan coğrafyayla da bağlantılar
var gibi gözüküyor. Ancak bizden uzun yıllar önce yaşamalarına rağmen eşsiz
eserler ortaya koyan ve bilim ve sanatta ileri giden bu uygarlıkların bilgi
birikimlerini küçümsemek bir hata olur. Bu yüzden inançlarını tek bir nedene
bağlama cehaletine düşmek istemiyorum. Bu arada, yazının devamında farklı medeniyetlerden de bahsedeceğim.